Muharrem Ertaş (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

Muharrem Ertaş
    
1913 yılında Yağmurlubüyükoba köyünde başlayan yoksul ve çileli hayatı, Kırşehir’in Bağbaşı mahallesindeki yoksul gecekondulardan birinde noktalandığında 71 yaşındaydı. Ömrünün neredeyse tümünü çalıp çağırarak geçiren Muharrem Usta’nın bütün bir hayatı bir bakıma bu iki kelimede saklı: "Çaldı ve söyledi." Musiki kültürümüzün en orijinal ve sanatkarane örneklerini içeren hususi repertuarı ve icra üslubu üzerine değil akademik çalışmalar yapılması, ciddi bir makalenin bile yayınlanmadığı göz önüne alınırsa, ülkemizde Muharrem Ertaş’ı derli toplu değerlendiren elinizdeki yayın olduğu söylenebilir. Ülkemizde diyoruz, zira çeşitli zamanlarda A.B.D. ve Japonya’dan gelen müzikolog ve etnomüzikologların Muharrem Ertaş üzerinde çalıştıklarını biliyoruz. Kimdir Muharrem Ertaş ? O’nu farklı ve orijinal kılan nedir? Temsil ettiği o güçlü geleneğin neresindedir? 

    Muharrem Ertaş zurnacı Kara Ahmet ile Ayşe Hanım’ın 5 çocuğundan biri dedelerinin deveci kabilesi mensup olduğu ve Horasan’dan gelip Kırşehir’in Yağmurlubüyükoba köyüne yerleştiğini daha sonra bir tek kişi (Yusuf Usta) hariç, bu köyün tamamını 1940 lı yılların başında Kırşehir’in Bağbaşı Mahallesine göç ettiğini biliyoruz. Henüz 7-8 yaşında iken ilk bağlama derslerini aldığı dayısı Bulduk Ustadan sonra, Muharrem Ertaş’ın asıl ustası bu Yusuf Ustadır. Yusuf Usta yöresinin anonim ezgilerinin yanı sıra, daha çok Toklumen’li Aşık Sait’in (1835-1910) şiirlerini ustaca çalıp söyleyen ve bütün bunları Muharrem Ertaş’a da öğreten yörenin en ünlü saz ustalarından biridir. Muharrem Ertaş o günleri şöyle anlatıyor :

"Çalıp söyleme merakım küçük yaşlarda başladı. Bulduk adındaki dayımın çok güzel sesi vardı. Bir köyde türkü söyledi mi diğer köyde dinlenirdi. Hatta seferberlikte asker kaçaklarını yakalamak için subaylar dayımı yanlarına alıp köy köy dolaşırlarmış. Dayıma türkü söylettirip kendileri de pusuya yatarlar ve dayımın sesine dağlardan köye inen kaçakları yakalarlarmış. Derken Yusuf Usta beni çok severdi, merakımı görünce beni yanına aldı her gittiği yere götürdü. Düğünler de, bayramlarda, eğlencelerde yanından ayırmayarak ustalarından öğrendiğini bana da öğretirdi. Yedi yıl O’nun la çalıştıktan sonra artık tek başıma çalıp söylemeye başladım."

    İlk karısı Hatice Hanım’ın kısa bir süre sonra vefatı üzerine evlendiği ikinci karısı Döne Hanım’dan Necati, Neşet, Ayşe ve Nadiye adında dört çocuğu olur. Daha sonra Döne Hanım’da vefat eder ve bir düğün için geldiği Yozgat’ın Kırık soku köyünde kader karşısına Arzu Hanım’ı çıkarır.

    Bu son evliliğinden Ekrem, Ali, Muharrem ve Cemal adlarında dört çocuğu daha olur ve ömrü, yöresel tabirle sekiz baş horantaya ekmek parası kazanmak uğruna son derece zor ve kötü şartlarda çalışıp çırpınmakla geçer.

    Muharrem Ertaş’ın adı bir TV programında okuduğu sözleri Dadaloğlu’na ait ünlü ‘Avşar Bozlağı’ ile yurt genelinde duyulur. Bu öyle bir okuyuştur ki şimdiye kadar saz çalıp okuyanların hiç birine benzememektedir. Tok ve davul gibi gümbürdeyen, ama alabildiğine duygulu bir divan sazı eşliğinde ; tiz, gür, parlak ve bir o kadar da içli ve yanık bir sesin okuduğu, bir buçuk oktavı aşan ses genişliğine sahip bir Dadaloğlu gürlemesi :

     Kalktı göç eyledi avşar elleri
     Ağır ağır giden eller bizimdir
     Arap atlar yakın eyler ırağı
     Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

    Repertuarındaki diğer eserler de kimsenin bilmediği, söylemediği, bilenlerin ise asla bu derece güzel ve etkileyici okuyamayacaklarını itiraf ettikleri türküler, bozlaklar, ağıtlar ve halay havaları.... Her biri tümünün en güçlü ve orijinal örnekleri...

    Muharrem Ertaş, 1970’li yıllardan itibaren, o yıllarda büyük bir şöhrete sahip olan ‘Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş’ olarak ismi daha çok duyulur olmuş fakat hiçbir zaman layık olduğu gerçek şöhrete erişememiştir. O şan şöhret için, büyük paralar kazanmak için sanat yapan biri olmadığı hiçbir zaman, olamazdı da. Çünkü çalıp söylemek, O’nun için doğal yaşam biçimiydi.

    Bu dünyada 71 yıl yoksul kendi halinde ve sessizce yaşayan Muharrem Usta , 1984 yılının 3 Aralık günü yine yoksul ve sessizce öldü. Dünya durdukça sesi gök kubbemizde yankılanacak bir sanatçının “garip” ölümüydü bu. Son sözleri gerisini tamamlayamadığı “sazımın emaneti...” oldu. Muharrem Usta‘nın adı, yaşarken kıymeti bilinmeyen sanatçıların başında anılsa yeridir. Ruhu şad olsun.

Aşık Said

Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar 
Nasıl Getireyim Seni Ele Ben 
Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban 
Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben 

Der Said'im Görür Zatı Zad İle
Aldırdım Yarimi Bir İspat İle 
Göksü Sülenbetli, Tosun At İle
Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben

Aşık Said 1835 - 1910) yılında Kırşehir iline bağlı Toklumen Köyünde doğmuştur. Değirmenci Oğulları denen bir aileden gelmektedir.

Said, okuyup yazmayı önce köyün hocasından öğrenmiş, sonra 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek iki buçuk yıl medrese öğrenimi görmüştür. 

Üç kez evlenmiş ve bir çok çocukları olmuştur. Bunlardan dördünün erkek, birinin kız olduğu kesindir. Ayrıca bir oğlu ile bir kızının olduğu da söylenmektedir. Adil ve İbrahim adlarındaki iki oğlu aynı günde ölmüş. Nuri adındaki oğlu 1290 (1874) deki büyük kıtlıkta keme (domalan) toplamak üzere Kızılırmak'ın karşı kıyısına geçerken sandalın devrilmesi sonucu boğularak ölmüştür. Şairin kendisinden sonra yaşayan tek oğlu, O'nun gibi bir halk şairi olan Aşık Seyfullah'dır. 

Haşim adındaki bir kardeşi Silifke'de mutasarrıflık yapmıştır. Aşık Said, Kızılırmak üzerinde kayıkçılık yapardı. Çiftçilikle de binicilik sevdiği uğraşlardı. Emmileri de kayıkçılık yapıyormuş, öyleyse bu uğraş onlardan gelmiş olmalı kendisine. O, bir taraftan kayıkçılık yaparken, bir taraftan da ülkenin bir çok il ve ilçelerini dolaşmış ve sazına oralardan da teller bağlamıştır. Dörtlüklerinde çok yerleri gezdiğini, <<Yedi iklim dört köşeyi>> dolandığını bildiriyorsa da, adlarını saymıyor. Görüşmelerimizden ve şiirlerinden çıkarabildiğimiz kadarıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Konya, Kayseri, Maraş, Antep, Adana, Mersin, Silifke, Tarsus, İzmir, Manisa, Haymana, Şereflikoçhisar, Aksaray, Keskin bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Yemen'e de gitmiştir. Gezdiği yerlerde etkilenme derecesine göre şiirler yazmış, türküler, düzmüş.

Bölgedeki yaşlı ve konuya yakınlık duyan kişilerden Aşık hakkında edindiğimiz diğer bazı bilgilerin de buraya aktarılması uygun düşer sanırız. 

Bir görüşe göre dört, bir görüşe göre altı yıl askerlik yapmış Yemen'de. <<Yemen'e giderken>> başlıklı şiirinde, asker olarak Yemen'e gittiğini belirleyen bir açıklık yoksa da, bölgede askerlik hizmetini, Yemen'de yaptığını savunanlar az değildir. Nitekim askerden sevgilisine yolladığı <<Mektup>> adlı şiirindeki:

Leylayı yitirmiş Mecnuna döndüm
Yana yana ıssız çölü beklerim

mısraları askerliğini Yemen'de yaptığı şeklindeki görüşleri oldukça açıklığa kavuşturmakta, buna <<Yemen'e Giderken>> şiirindeki :

Yemen'den karalı haber geliyor
Nice yiğitler de hasret ölüyor

sözleri de eklendiğinde, askeriliği Yemen'de yaptığı büyük oranda doğruluk kazanıyor.

Türkü söylemeğe genç yaşında başlamış ve sözlerini sazının tellerine ustaca dökmesini becermiş. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendiğini, küçük yaşta başladığını söyleyenler çoğunlukta ise de, çocukluğunda komşu köylerden birinde ünlü bir saz erinin yaşadığını ve bu usta kişiden öğrenmiş olabileceğini ileri sürenlerde çıkmıştır. Bu kişilerin sözleri tahminden öte geçmediği gibi, isim ve yer de bildirmediklerinden ve hayli azınlıkta olduklarından Şair'in bağlamayı kendi kendine öğrendiği daha çok kesinlik kazanıyor.

Kırk beş yaşına kadar sazını ilhamlarının dili haline getiren Aşık, bu yaştan sonra çok sevdiği sazını bırakmıştır. Sazını erken bırakması iyi mi olmuştur, kötü mü bilemeyiz. Gerçek şu ki, Aşık Said bu gün bağlama tellerinden dökülen türküleriyle yaşayan ozanlardan biri. Türkülerinin çoğu, memleketi olan Kırşehir ve çevresinde hala yaşamaktadır. Derlenemediği için unutulanlar olsa bile. Ayriyeten incelemeler sırasında Kırşehir folklorundaki yerini ve önemli payını saptamış bulunuyoruz. Üstelik yaşadığı dönemde de türkülerinin yaygın ve tutulur olduğu tartışmasız söyleniyor.

Genel kanı Aşık Said'in yanık ve çok güzel olduğu, türkülerini içinden geldiğince okuduğu başladığını tamamlamadan geçmediği, dinleyenlerin ona uyarak sessizce ve zevkle havasına girdikleri biçimindedir. Görüşmelerimiz sırasında, bağlamayı ender bir ustalıkla çaldığını, bir söylediği parçayı uzun bir süre geçmeden bir daha söylemediğini öğreniyoruz. Bize verilen bilgiye göre, şu örnekler anlatılanları doğrular niteliktedir:

Bir düğünde davetliler arasında, zamanın önde gelen eski bir bağlama erbabı da bulunuyor. İlkin bu sanatçı alıyor tezeneyi ve yumuluyor sazın göğsüne ve tellerine. Çalıyor ve söylüyor. Dinleyenler mest oluyor, bir hayranlık rüzgarı esiyor oracıkta. Sonra sıra genç Aşık Said'e geliyor, hem çalıyor, hem söylüyor. Sesi ve sazı o kadar güzelmiş ki, kendisini ilk kez dinleyen ünlü kişi bağlamasını eline alarak ayağa kalkmış, övgüsünü damgalar gibi ortasından kırıvermiş herkesin önünde.

Gene bir gün, dört gelin kız su dolduruyor bir pınardan. Oradan geçmekte olan Said, bir söğüdün gövdesine yaslandıktan sonra, <<Ay Dost!...>> diye başlıyor çalıp çığırmaya, kızlar bu güzel, bu yanık, bu içten konser karşısında testilerini yere çalarak beğenilerini açığa vuruyorlar.

Bütün bu özelliklerinin normal gereği ise, Said'i zamanın aranan, beklenen kişisi yapmasıdır. Her taraftan sık sık ziyaretine gelenler olurmuş. Çoğunluk ise avcı arkadaşları. Yaşlı bir köylü hem kendi gördüklerine, hem de duyduklarına dayanarak şunları açıklıyordu bu konuda: Said'in deden kalma bir odası varmış. Çevre köylerden ve daha uzak yerlerden Said'i ziyarete gelenler eksik olmazmış. Gelenler dedesinin köy odasında ağırlanır, bazen sabahlara kadar yarenlik edilir, çalınır, söylenirmiş. Gelenler bu odada gecelerlermiş. Bundan da. anlaşılıyor ki Aşık'ın adı biliniyor ye söylüyordu dillerde: <<Said Avcı>> şiirinde bunu kendisi de açığa vuruyor:
<<Söylenir namımız halkın dilinde.>>

Said'in bir tutkusu da şahan. Ava çıktığında olduğu gibi, çıkmadığı zamanlarda da elinde, omzunda şahanla dolaşırmış. Aşık'ın şahana olan sevgi ve tutkusunu şiirlerinde de görüyor ve bize verilen bilginin gerçek olduğu sonucuna varıyoruz:

Yavru bazım konmuş kolun üstüne
Dökmüş saçlarını belin üstüne 
Şahinimi salmış idim yabana 
Mail oldum ben bir kaşı kemana

Ün eyledim yüce dağlar salından
Gözü kara bir balaban kuş ile
Elde bazım kalktım keklik avına
Yol alanda Ağızboz'un dağına

Bir şiirinde de şöyle duyurur kolundaki Şahini:

Davet olsam dost köyüne okunsam
Yavru şahinimi kolda götürsem.


Bu örnekler dışında, şahan, şahin, balaban, baz gibi adlarla bu kuşlara düşkünlüğünü belli eden satırlarına çokça rastlıyoruz.

Aşık Said'in, kadınlara olan eğilimi ayrı bir özelliği olarak çıkıyor karşımıza. Ne var ki bu noktadaki görüşler şehre ve köye göre değişiyor. Kırşehir'de kadınlara aşırı düşkünlüğün kanısı yaşarken, kendi köyünde, <<vardı, aşırı değildi>> şeklinde söyleyenlere rastlıyorduk. Gel gelelim şiirleri ve hayatına ait kısa bilgiler birinci görüşü daha bir haklı çıkarır nitelik taşıyor.

Gene köyünden edindiğimiz bilgiye göre dindar, namazını kaçırmayan, çok dürüst ve doğru bir karakter adamı imiş. Zaten bu ve benzeri özelliklerinin sosyal yanı olan bütün şiirlerinde, kuşkuya yer kalmayacak şekilde tam bir açıklıkla görebiliyoruz.

Evet ozanın yaşadığı dönemle ilgili bilgiler şimdilik bu kadarla bitiyor. Bitiyor ama, bir perde eksiğiyle ancak. Derken bir gün gelmiş, bağlamış Said'i hasta döşeğine. Ne var ki, elinden ve dilinden alamamış türküsünü, koşmasını, destanını. Söylemiş, yazmış hasta yatağında bile yaşlı Ozan. Hem de geleceğini kestiren bir adamın acı gerçeklerini yaşıyordu artık. Biraz yakınmalı, tersine minnetsiz ve üstelik korkusuz :

Yüklettin bahranı kaçarım diye
Kol kanat bağladın uçarım diye
Şu yalan dünyadan, göçerim diye
Kırdın kanadımı kolumu felek

Gözümden akıttım demü zarımı
Felek yaman aldın kolay yanımı
Vadem yetti ise gel al canımı
Sana minnet etmem bir canı felek

Şu yalan dünyada yolumuz büke
Çevirdim yönümü yalvardım hakka 
Giydirdin gömleğe istemez yaka
Yolumu yolsuza düşürdün felek


Hasta döşeğinde böyle yazan Aşık, ardından minnet etmediği canını da veriyor ve Toklumen'e gömülüyor. Yazık, fırsat buldukça gittiğimiz bölgede, hele Aşık'ın kendi köyünde yaptığımız soruşturmalarda mezarının yerini bilen kimse çıkmamıştır.

Öldüğünde 75 yaşındadır. Yıl 18 ikinci Kanun 1326 dır. (18 Ocak 1910) Yastığının altından kendi el yazısıyla yazılmış <<Son Türküsü>> de çıkmıştır:


Said bu rüyaya aldanama boşa
Götü azık bir gün gelecek başa
Senin günahların gökleri aşa
Sana baki değil bu Toklueğemen


Evet Toklumen ona da kalmamıştır. Zaten o da herkes gibi bu dünyada konuk olduğunu biliyor ve şöyle açıklıyordu önceden: 

Anamın rahminden yere düşmeden
Dokuz ay yaslandım handa misafir
Bu gün, geldim ise yarın giderim
Ben bir ulu kervan hana misafir


Gayri Aşık'ın da misafirliği de bitiyordu. Misafirliği bitmeyen ise onun sözleri, sazından kalan seslerdi. Bu gün var olan, yaşayan iki gerçek. 

Aşık Said
'ınEserlerinden bazıları:

Aşık Said

Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar 
Nasıl Getireyim Seni Ele Ben 
Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban 
Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben 

Der Said'im Görür Zatı Zad İle
Aldırdım Yarimi Bir İspat İle 
Göksü Sülenbetli, Tosun At İle
Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben

Aşık Said 1251 (1835) yılında Kırşehir iline bağlı Toklumen Köyünde doğmuştur. Değirmenci Oğulları denen bir aileden gelmektedir.

Said, okuyup yazmayı önce köyün hocasından öğrenmiş, sonra 18 yaşlarında Kayseri'ye giderek iki buçuk yıl medrese öğrenimi görmüştür. 

Üç kez evlenmiş ve bir çok çocukları olmuştur. Bunlardan dördünün erkek, birinin kız olduğu kesindir. Ayrıca bir oğlu ile bir kızının olduğu da söylenmektedir. Adil ve İbrahim adlarındaki iki oğlu aynı günde ölmüş. Nuri adındaki oğlu 1290 (1874) deki büyük kıtlıkta keme (domalan) toplamak üzere Kızılırmak'ın karşı kıyısına geçerken sandalın devrilmesi sonucu boğularak ölmüştür. Şairin kendisinden sonra yaşayan tek oğlu, O'nun gibi bir halk şairi olan Aşık Seyfullah'dır. 

Haşim adındaki bir kardeşi Silifke'de mutasarrıflık yapmıştır. Aşık Said, Kızılırmak üzerinde kayıkçılık yapardı. Çiftçilikle de binicilik sevdiği uğraşlardı. Emmileri de kayıkçılık yapıyormuş, öyleyse bu uğraş onlardan gelmiş olmalı kendisine. O, bir taraftan kayıkçılık yaparken, bir taraftan da ülkenin bir çok il ve ilçelerini dolaşmış ve sazına oralardan da teller bağlamıştır. Dörtlüklerinde çok yerleri gezdiğini, <<Yedi iklim dört köşeyi>> dolandığını bildiriyorsa da, adlarını saymıyor. Görüşmelerimizden ve şiirlerinden çıkarabildiğimiz kadarıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Konya, Kayseri, Maraş, Antep, Adana, Mersin, Silifke, Tarsus, İzmir, Manisa, Haymana, Şereflikoçhisar, Aksaray, Keskin bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Yemen'e de gitmiştir. Gezdiği yerlerde etkilenme derecesine göre şiirler yazmış, türküler, düzmüş.

Bölgedeki yaşlı ve konuya yakınlık duyan kişilerden Aşık hakkında edindiğimiz diğer bazı bilgilerin de buraya aktarılması uygun düşer sanırız. 

Bir görüşe göre dört, bir görüşe göre altı yıl askerlik yapmış Yemen'de. <<Yemen'e giderken>> başlıklı şiirinde, asker olarak Yemen'e gittiğini belirleyen bir açıklık yoksa da, bölgede askerlik hizmetini, Yemen'de yaptığını savunanlar az değildir. Nitekim askerden sevgilisine yolladığı <<Mektup>> adlı şiirindeki:

Leylayı yitirmiş Mecnuna döndüm
Yana yana ıssız çölü beklerim

mısraları askerliğini Yemen'de yaptığı şeklindeki görüşleri oldukça açıklığa kavuşturmakta, buna <<Yemen'e Giderken>> şiirindeki :

Yemen'den karalı haber geliyor
Nice yiğitler de hasret ölüyor

sözleri de eklendiğinde, askeriliği Yemen'de yaptığı büyük oranda doğruluk kazanıyor.

Türkü söylemeğe genç yaşında başlamış ve sözlerini sazının tellerine ustaca dökmesini becermiş. Bağlama çalmayı kendi kendine öğrendiğini, küçük yaşta başladığını söyleyenler çoğunlukta ise de, çocukluğunda komşu köylerden birinde ünlü bir saz erinin yaşadığını ve bu usta kişiden öğrenmiş olabileceğini ileri sürenlerde çıkmıştır. Bu kişilerin sözleri tahminden öte geçmediği gibi, isim ve yer de bildirmediklerinden ve hayli azınlıkta olduklarından Şair'in bağlamayı kendi kendine öğrendiği daha çok kesinlik kazanıyor.

Kırk beş yaşına kadar sazını ilhamlarının dili haline getiren Aşık, bu yaştan sonra çok sevdiği sazını bırakmıştır. Sazını erken bırakması iyi mi olmuştur, kötü mü bilemeyiz. Gerçek şu ki, Aşık Said bu gün bağlama tellerinden dökülen türküleriyle yaşayan ozanlardan biri. Türkülerinin çoğu, memleketi olan Kırşehir ve çevresinde hala yaşamaktadır. Derlenemediği için unutulanlar olsa bile. Ayriyeten incelemeler sırasında Kırşehir folklorundaki yerini ve önemli payını saptamış bulunuyoruz. Üstelik yaşadığı dönemde de türkülerinin yaygın ve tutulur olduğu tartışmasız söyleniyor.

Genel kanı Aşık Said'in yanık ve çok güzel olduğu, türkülerini içinden geldiğince okuduğu başladığını tamamlamadan geçmediği, dinleyenlerin ona uyarak sessizce ve zevkle havasına girdikleri biçimindedir. Görüşmelerimiz sırasında, bağlamayı ender bir ustalıkla çaldığını, bir söylediği parçayı uzun bir süre geçmeden bir daha söylemediğini öğreniyoruz. Bize verilen bilgiye göre, şu örnekler anlatılanları doğrular niteliktedir:

Bir düğünde davetliler arasında, zamanın önde gelen eski bir bağlama erbabı da bulunuyor. İlkin bu sanatçı alıyor tezeneyi ve yumuluyor sazın göğsüne ve tellerine. Çalıyor ve söylüyor. Dinleyenler mest oluyor, bir hayranlık rüzgarı esiyor oracıkta. Sonra sıra genç Aşık Said'e geliyor, hem çalıyor, hem söylüyor. Sesi ve sazı o kadar güzelmiş ki, kendisini ilk kez dinleyen ünlü kişi bağlamasını eline alarak ayağa kalkmış, övgüsünü damgalar gibi ortasından kırıvermiş herkesin önünde.

Gene bir gün, dört gelin kız su dolduruyor bir pınardan. Oradan geçmekte olan Said, bir söğüdün gövdesine yaslandıktan sonra, <<Ay Dost!...>> diye başlıyor çalıp çığırmaya, kızlar bu güzel, bu yanık, bu içten konser karşısında testilerini yere çalarak beğenilerini açığa vuruyorlar.

Bütün bu özelliklerinin normal gereği ise, Said'i zamanın aranan, beklenen kişisi yapmasıdır. Her taraftan sık sık ziyaretine gelenler olurmuş. Çoğunluk ise avcı arkadaşları. Yaşlı bir köylü hem kendi gördüklerine, hem de duyduklarına dayanarak şunları açıklıyordu bu konuda: Said'in deden kalma bir odası varmış. Çevre köylerden ve daha uzak yerlerden Said'i ziyarete gelenler eksik olmazmış. Gelenler dedesinin köy odasında ağırlanır, bazen sabahlara kadar yarenlik edilir, çalınır, söylenirmiş. Gelenler bu odada gecelerlermiş. Bundan da. anlaşılıyor ki Aşık'ın adı biliniyor ye söylüyordu dillerde: <<Said Avcı>> şiirinde bunu kendisi de açığa vuruyor:
<<Söylenir namımız halkın dilinde.>>

Said'in bir tutkusu da şahan. Ava çıktığında olduğu gibi, çıkmadığı zamanlarda da elinde, omzunda şahanla dolaşırmış. Aşık'ın şahane olan sevgi ve tutkusunu şiirlerinde de görüyor ve bize verilen bilginin gerçek olduğu sonucuna varıyoruz:

Yavru bazım konmuş kolun üstüne
Dökmüş saçlarını belin üstüne 
Şahinimi salmış idim yabana 
Mail oldum ben bir kaşı kemana

Ün eyledim yüce dağlar salından
Gözü kara bir balaban kuş ile
Elde bazım kalktım keklik avına
Yol alanda Ağız boz'un dağına

Bir şiirinde de şöyle duyurur kolundaki Şahini:

Davet olsam dost köyüne okunsam
Yavru şahinimi kolda götürsem.


Bu örnekler dışında, şahan, şahin, balaban, baz gibi adlarla bu kuşlara düşkünlüğünü belli eden satırlarına çokça rastlıyoruz.

Aşık Said'in, kadınlara olan eğilimi ayrı bir özelliği olarak çıkıyor karşımıza. Ne var ki bu noktadaki görüşler şehre ve köye göre değişiyor. Kırşehir'de kadınlara aşırı düşkünlüğün kanısı yaşarken, kendi köyünde, <<vardı, aşırı değildi>> şeklinde söyleyenlere rastlıyorduk. Gel gelelim şiirleri ve hayatına ait kısa bilgiler birinci görüşü daha bir haklı çıkarır nitelik taşıyor.

Gene köyünden edindiğimiz bilgiye göre dindar, namazını kaçırmayan, çok dürüst ve doğru bir karakter adamı imiş. Zaten bu ve benzeri özelliklerinin sosyal yanı olan bütün şiirlerinde, kuşkuya yer kalmayacak şekilde tam bir açıklıkla görebiliyoruz.

Evet ozanın yaşadığı dönemle ilgili bilgiler şimdilik bu kadarla bitiyor. Bitiyor ama, bir perde eksiğiyle ancak. Derken bir gün gelmiş, bağlamış Said'i hasta döşeğine. Ne var ki, elinden ve dilinden alamamış türküsünü, koşmasını, destanını. Söylemiş, yazmış hasta yatağında bile yaşlı Ozan. Hem de geleceğini kestiren bir adamın acı gerçeklerini yaşıyordu artık. Biraz yakınmalı, tersine minnetsiz ve üstelik korkusuz :

Yüklettin bahranı kaçarım diye
Kol kanat bağladın uçarım diye
Şu yalan dünyadan, göçerim diye
Kırdın kanadımı kolumu felek

Gözümden akıttım demü zarımı
Felek yaman aldın kolay yanımı
Vadem yetti ise gel al canımı
Sana minnet etmem bir canı felek

Şu yalan dünyada yolumuz büke
Çevirdim yönümü yalvardım hakka 
Giydirdin gömleğe istemez yaka
Yolumu yolsuza düşürdün felek


Hasta döşeğinde böyle yazan Aşık, ardından minnet etmediği canını da veriyor ve Toklumen'e gömülüyor. Yazık, fırsat buldukça gittiğimiz bölgede, hele Aşık'ın kendi köyünde yaptığımız soruşturmalarda mezarının yerini bilen kimse çıkmamıştır.

Öldüğünde 75 yaşındadır. Yıl 18 ikinci Kanun 1326 dır. (18 Ocak 1910) Yastığının altından kendi el yazısıyla yazılmış <<Son Türküsü>> de çıkmıştır:


Said bu rüyaya aldanama boşa
Götü azık bir gün gelecek başa
Senin günahların gökleri aşa
Sana baki değil bu Toklueğemen


Evet Toklumen ona da kalmamıştır. Zaten o da herkes gibi bu dünyada konuk olduğunu biliyor ve şöyle açıklıyordu önceden: 

Anamın rahminden yere düşmeden
Dokuz ay yaslandım handa misafir
Bu gün, geldim ise yarın giderim
Ben bir ulu kervan hana misafir


Gayri Aşık'ın da misafirliği de bitiyordu. Misafirliği bitmeyen ise onun sözleri, sazından kalan seslerdi. Bu gün var olan, yaşayan iki gerçek. 

Aşık Said
'ın Eserlerinden bazıları:

AŞIK SAID


Yar İçin
 
 Aman Ağ Ellerin Sala Sala Gelen Yar 
 Nasıl Getireyim Seni Ele Ben 
 Ya Bir Şahin Olsam Sen Bir Balaban 
 Taksam Kaynağıma Gitsem Çöle Ben 
 
 Şahinimi Salmış İdim Dumana 
 Mail Oldum Ben Bir Kaşı Kemana 
 Sevdim İse Yarim Sevdim Kime Ne 
 Ne Etmişsim Şu Dolaşan Ele Ben 
 
 Koyunları Kuzu İle Karışık 
 Yüze Küskün Ama Kalbi Barışık 
 Siyah Perçemi De Zülfü Dolaşık 
 Yeni Düştüm Düzen Tutmaz Tele Ben
 
 Der Said'im Görür Zatı Zad İle
 Aldırdım Yarimi Bir İspat İle 
 Göksü Sülenbetli, Tosun At İle
 Yar Terkimde Hep Gideyim Çöle Ben
 
 
 
 Emine
 
 Tor Şahin Misali Eydirip Bakma 
 Artar Bülbül Gibi Zarı Gözlerin 
 Cemalin Şevkine Cihanı Yakma
 Yaktı Bu Cihanı Nara Gözlerin
 
 Kaşların Katlime Ferman Yazdırır 
 Aşıkları Diyar Diyar Gezdirir 
 Lokman Bekim Gelse Yaram Azdırır 
 Nedir Bu Derdime Çare Gözlerin
 
 Dökülmüş Ruyüne Tel Gibi Saçlar 
 Kiprikler Sineme Tel Gibi İşler
 Mah Cemal Üstünde Ol Keman Kaşlar 
 Yakıyor Canımı Kara Gözlerin
 
 Cemalin Görenler Hep Mecnun Gider 
 Seni Seven Yiğit Dünyayı Nider 
 Azrail Misali Ban Harap Eder 
 Kasdeyler Canıma Kara Gözlerin
 
 Pek Densiz Sallanma Sen De Bulursun 
 Dünya Baki Değil Sen De Ölürsün 
 Etme Bu Cefayı Kanlım Olursun
 Deli Etti Beni Kara Gözlerin 
 
 Said'im Düşmüşsün Ah İle Zare 
 Beni Mecnun Eden Bir Gözü Kare 
 Aradım Derdime Bulunmaz Çare 
 Anca Bu Derdime Çare Gözlerin
 
 
 
 Kerem Eyle
 
 Eylen Güzel Eylen Haber Alayım 
 Bir Suvalim Vardır Dur Kerem Eyle 
 Seni Dertlerime Derman Dediler 
 Bu Kadar Hizmetim Gör Kerem Eyle
 
 Bir Yenilmez Sevda Var İdi Bende 
 Ciğer Yarasıdır Onmaz Teninde 
 Dediler Derdimin; Dermanı Sende 
 Etme Bu Cefayı Yar Kerem Eyle
 
 Suna Boylum <<Heye>> Demez Sözüme 
 Kaldırıp Başını Bakmaz Yüzüme 
 Muhabette Oturuncu Dizime 
 Kolların Boynuma Sar Kerem Eyle
 
 Kara Gözlüm Gel Ağlatma Boşuna 
 Merhamet Kıl Gözlerimin Yaşına 
 Ben Ölünce Mezarımın Başına 
 Ağlayı Ağlayı Var Kerem Eyle
 
 Said'im Çekersin Daima Elem, 
 Mümkün Mü Yar İle Murada Erem 
 Gitmeyem Hasretlik Yüzünü Görem 
 Gelipte Halimden Sor Kerem Eyle
 
 
 
 Eşi İçin
 

 Nasıl Vasfedeyim Bir Danem Seni 
 Rumeli Bosnayı Değer Gözlerin 
 Emsalin Yok Senin Yalan Dünyada
 Karsı Akıskayı Değer Gözlerin
 
 Unutmuş Kalmışım Erzurum Vanı
 Koca Sivas İle Tekirdağını
 Ne Var Ankara Da Kayseri Seni 
 Samsunu Yozgadı Değer Gözlerin
 
 Kimsede Görmedim Sendeki Nazı 
 Tunusu Trablusu Mısır Hicazı 
 Yemeni San'ayı Acem Şirazı
 Belhi Buharayı Değer Gözlerin
 
 Evvelden Bilirim Ben Seni Maraş 
 Selamına Dursun Hint İle Habeş
 Bağdadı Basrayı Versem Başabaş
 Halebi Antebi Değer Gözlerin
 
 Aşık Sait Seni Eyledi Meti
 Yanaktan Bir Puse Kula Himmeti
 Yüz Bin Sarraf Gelse Bilmez Kıymeti
 Büsbütün Dünyaya Değer Gözlerin
 
 
 
 Ne Güzel Uymuş
 
 Şu Kendi Kendime Bir Fikreyledim
 Mor Dağlara Duman Ne Güzel Uymuş 
 Sığındım Mevlama Çok Sükreyledim 
 Müslümana İman Ne Güzel Uymuş
 
 Düğünde Bayramda Ederler Zinet
 İslamın Boynuna Farz İle Sünnet
 Kafire Cehennem Mümine Cennet 
 Kör Şeytana Nalet En Güzel Uymuş
 
 Müminler Camiye Sererler Halı
 Ben Deli Değilim Sen Ettin Deli 
 Allahın Arslanı Hazreti Ali
 Eline Zülfikar Ne Güzel Uymuş
 
 Said'im Der Küffar Tapar İsaya 
 Amel Getirirler Eğri Asaya
 İncil İsa İçin Tevrat Musaya 
 Kur'an Muhammed'e Ne Güzel Uymuş

Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

> ŞİRİN KIRŞEHİR

AŞIK SAID


Kırşehir Türküsü 
 
 Çıktım Yükseğine Seyran Eyledim,
 Al Yeşil Bahçeli Kaman Görünür.
 Firkat Geldi, Ah Eyledim, Ağladım.
 Kılıçözü Çayır Çimen Görünür. 
 
 Biter Kırşehir'in Gülleri Biter,
 Çırpınır Dalında Bülbüller Öter,
 Çok Olur Güzeli Hep Yeni Biter,
 Kaşının Üstünde Keman Görünür,
 
 Gün Be Gün Artırdım Ah İle Zarı,
 Elinden Alırdım Gül Yüzlü Yarı,
 Arzum Sende Kaldı Koca Kayseri,
 Erciyas Başında Duman Görünür. 
 
 Said'im Çekersin Her Zaman Keder
 Gurbetlik Daima Benimle Gider,
 Bu Aşkın Elinden Çektiğim Yeter,
 Sevdiğim Yılların Yaman Görünür.
 
 
 
 Yeğ İmiş
 
 
Kulak Verdim Dört Köşeyi Dinledim
 Ardım Sıra Gıybet Eden Çoğumuş 
 Çok Yaşayıp Kötü Günü Görmeden 
 Az Yaşayıp Bir Dem Sürmek Yeğ İmiş
 
 Çadır Kurup Sahralara Konardım
 Hünkar Sofrasında Elim Sunardım
 Kargı Alıp Tosun Ata Binerdim
 Anın Dahi, Bir Faydası Yoğumuş 
 
 Nazar Kıldım Her Tarafa Köşeye
 İltimas Çok Ağa İle Paşaya
 Var Mı Bu Dünyada Ebed Yaşayan
 Yolu Çıkmaz Bir Yücecik Dağ İmiş
 
 Der Aşık Said'im Üfülür Surler
 Hallaç Mansur Gibi Atılır Yerler
 Yer Yüzünde Kalmaz Bir Tane Erler
 Diyen Olmaz Adam Sağ İmiş
 
 
 
 Sürmeli Değil
 

 Ilgıt Ilgıt Esen Seher Yelleri
 Yar Gelip Geçtikçe Değmeli Değil
 Ak Elleri Boğum Boğum Kınalı
 Ah Neyleyim Gözler Sürmeli Değil
 
 Doldurmuş Helkeyi Ben Deyip Gider 
 Açmış Ak Göksünü Yel Dövüp Gider 
 Ela Göze Sürme Çekmiş Çevreder
 Mahellenden Bir Yar Sevmeli Değil
 
 Ben Bu Derelerde Konup Göçmedim 
 Aşkın Badesinden Dolup İçmedim 
 Fırsat Elde İken Alıp Kaçmadım
 Öldürmeli Beni Dövmeli Değil
 
 Bizim İlde Ak Sayayı, Giymezler
 Giyip Giyip Ak Topuğu Dövmezler
 Sen Güzelsin Ben Said'e Vermezler
 Düşüp Kız Sevdana Yelmeli Değil
 
 
 
 Dünya Boş İmiş
 
 Feryad Edip Hiç Bir Dala Konmadan
 Gönül Havadaki Dönen Kuş İmiş 
 Gam İle Mihneti Mesken Edindim 
 Bir Bakarsan Yalan Dünya Boş İmiş
 
 Seher Vakti Bülbüllerim Ötmedi
 Çok Rica Eyledim Sözüm Tutmadı 
 Bir Vakit Hoş Günüm Devran Etmedi
 Kahpe Felek Kara Bağrım Taş İmiş
 
 Allı Turnam Ayrılmazdı Katerden 
 Bahanam Yok Ayrılamam Kaderden 
 Dünyaya Bakmadan Gamü Kederden 
 Benim Başım Ne Belalı Baş İmiş
 
 Seher Vakti Bülbül Başlar Figana
 Hele Bir Nazar Kıl Fani Cihana
 Nice Canlar Geldi Geçti Bu Hana 
 Güvenmeyin Dostlar Dünya Düş İmiş
 
 Said'im Çekiyor Gam İle Keder 
 Hakka Aşık Olan Dünyayı Nider 
 Misafirhanedir Gelenler Gider
 Yeni Bildim Yalan Dünya Boş İmiş
 
 
 
 Hasta Döşeğinde
 
 Gülmedim Dünyaya Geldim Geleli
 Akıttın Gözümün Yaşını Felek 
 Evvelden Onmayan Şimdi Onar Mı 
 Attın Tünden Tüne Aşımı Felek
 
 Yüklettim Barhcanı Göçerim Diye 
 Kol Kanat Bağladın, Uçarım Diye 
 Şu Yalan Dünyadan Göçerim Diye
 Kırdın Kanadımı Kolumu Felek
 
 Gözümden Akıttın Demü Zarımı
 Felek Yaman Aldın Kolay Yanımı
 Vadem Yetti İse Gel Al Canımı
 Sana Minnet, Etmem Bir Canı Felek
 
 Şu Yalan Dünyada Yolumuz Büke 
 Çevirdim Yönümü Yalvardım Hak'ka
 Giydirdin Gömleği İstemez Yaka 
 Yolumu Yolsuza Düşürdün Felek
 
 Der Aşık Said'im Okuyan Yazar 
 Yazdığım Yazıyı Yaradan Bozar
 Ellerin Sevdiği Salınıp Gezer 
 Hemen Bana Mıdır Bu Zulmün Felek
 
 
 
 Son Türküsü
 
 Tüter Cehennemin Dumanı Tüter
 Acep Mevla Bana Gazap Mı Eder
 Cümle Halk Yüzleri Üstüne Yatar 
 Haykırır Ün Verir Ateşi Suzan
 
 Mevlam Kullarına İnsin Rahmetin 
 Çektirmesin Cehennemin Zahmetin 
 Hep Bağışlar Habibine Ümmetin
 Eder Kullarına Bin Türlü İhsan
 
 Said Bu Rüyaya Aldanma Boşa 
 Götür Azık Bir Gün Gelecek Başa 
 Senin Günahların Gökleri Aşa
 Sana Baki Değil Bu Tokluğemen

Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

> ŞİRİN KIRŞEHİR

Neşet Ertaş (Garip)

Bilemedim Kıymetini Kadrini
     Hata Benim Günah Benim Suç Benim
     Eli minen İçtim Derdin Zehrini
     Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Neşet Ertaş
              Sana Karşı Benim Bir Sözüm Yoktur
              Haklısın Sevdiğim Kararın Haktır
              Garibim Derdimin Dermanı Yoktur
              Hata Benim Günah Benim Suç Benim

  Neşet Ertaş

Halk müziğimize kaynaklık eden mahalli sanatçılarımızın eserleri ve yapmış, oldukları çalışmaların yanı sıra, biyografilerinin de araştırılarak ortaya çıkarılması büyük önem taşımaktadır. Şu anda hayatta olmayan mahalli sanatçılar hakkındaki bilgileri ikinci üçüncü şahıslardan öğrenmekteyiz. Söz konusu mahalli sanatçılar hakkındaki edindiğimiz bilgilerde bir takım soru işretleri oluşmakta ve açıklığa kavuşturulması gereken bazı konular ise yeterince açıklık kazanamamaktadır. Özellikle bu biyografik çalışmaların mahalli sanatçılar hayatta iken kendilerinden alınan bilgiler ışığında yapılması en sağlıklı olanıdır.

Orta Anadolu türkülerini ve bozlaklarını gerek sazı gerekse sesi ile getirdiği yorum ve icra biçimleri sonucunda ün yapmış, mahalli sanatçılarımızdan biriside Neşet Ertaş'tır.

Neşet Ertaş 1943 yılında Çiçekdağı'na bağlı eski adıyla ABDALLAR yeni adıyla GIRTILLAR köyünde doğdu. 7 kardeşi olan Neşet Ertaş ailenin 2. çocuğudur ve kardeşlerinden müzikle ilgilenen yoktur. 5-6 yaşlarında bağlama ve keman çalmaya bağlayan Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş ile birlikte gittikleri düğünlerde babasına kemanla eşlik ediyordu. Geçimlerini düğünlerde aldıkları paralardan temin eden Ertaş'lar birlikte 8 yıl Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Keskin, Yerköy, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek bu işi sürdürdüler. Neşet Ertaş bu işlerle uğraşmaktan okula da hiç gidememiştir.

14 yaşında çalışmak için İstanbul'a giden Neşet Ertaş'ın iş bulması kolay olmadı. Karın tokluğuna çalışacağı bir işe dahi razı olan sanatçı bir gün Şen çalar Plak adında bir şirkete gider. Şirketin sahibi olan Kadri Şen çalar Neşet Ertaş'ı dinler ve çok beğenir. ''Neden Garip Garip Ötersin Bülbül'' adlı ilk plağı 1957 yılında Şen çalar plak tarafından piyasaya çıkarılır. Neşet Ertaş bu arada Beyoğlu'nda da bir gazinoda sahneye çıkmaktadır. 

2 yıl İstanbul'da çalışan Neşet Ertaş daha sonra Ankara'ya gelir ve sahne hayatı burada devam eder. Ankara' da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanışır ve hemen evlenirler. İki kız bir erkek çocukları olur. Ama bu evlilik mutlu sürmemektedir. Neşet Ertaş bu arada askere gider. 1962'de İzmir Narlıdere'de askerliğini yapan Neşet Ertaş askerlik dönüşünde Leyla Ertaş ile süren 7 yıllık evliliğini bitirip ayrılır. Plak üzerine plak yapan Neşet Ertaş konserleriyle de bir çok şehri 6-7 defa gezdi. Beste ve plaklarıyla çok meşhur olan Neşet Ertaş her yerde aranan bir sanatçı olmuştu. Özellikle orta Anadolu düğünlerinin değişmez sanatçısıydı. Neşet Ertaş düğünlerdeki içkili sofraların sayesinde alkolün dozunu da artırmıştı. Dolayısıyla sıhhati de bozulmaya bağladı ve 1978 yılında parmakları felç oldu. Müzisyenlikten başka mesleğinde olmadığı için işsiz ve parasız kaldı. Çok perişan bir hale gelen Neşet Ertaş tedavi olacak parayı dahi bulamadı. Çareyi 1979'da Almanya'da bulunan kardeşinin yanına gitmekte bulan Neşet Ertaş, tedavisini de orada yaptırdı. Eşinin yanında olan 3 çocuğunu da daha sonra yanına aldıran sanatçı mesleğine de Almanya'da tekrar başladı. Türklerin bulunduğu yerlerde gazino ve düğün salonlarında çalıp söylemeye başladı.

Kaset ve sahne çalışmalarına Almanya'da devam eden sanatçı kendisi okula gidemediğinden dolayı çocuklarının okumaları için elinden geleni yaptı. 1 Oğlu 2 Kızı olan sanatçı ; oğlunu hem üniversitede okutmakta hem de iyi bir müzisyen olarak yetiştirmektedir. Evli olan kızı da eşiyle birlikte üniversitede öğrenim görmektedirler.

Neşet Ertaş'a babasının hayatı ve sanatı ile ilgili bir soruya;
"Babam Kırşehir'den çıkmış, Keskin"e gelmiş, anamın an evlenmiş. Çiçekdağı'nın Gırtıllar eski adıyla Abdallar köyü denilen 20 haneli küçük bir köye gelip yerleşmiş. Ben o Abdallar yeni adıyla Gırtıllar köyünde dünyaya gelmişim.

Babam sazıynan sesiynen tanınmış engin gönül , hoş görüsüyken sevilen bir sanatçıydı. Saz çalmasını Yusuf Usta'dan öğrenmiş. Geçinmemizi sazıyla temin ederdi. Anamı Keskin'den almış, kendisi Kırşehirli olmasına rağmen uzun yıllar Keskin'de kalmış, Hacı Taşanı yetiştirmiş. Kırıkkale ve Yozgat'ın köylerini, İç Anadolu'nun birçok köylerini sazı omzunda gezmiş, her yerde türküler avazlar bırakmış. 5-6 yaşımda babam beni yanına aldı. Gittiği yerlere beni de götürürdü. Birlikte 8 yıl Yozgat, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Keskin ve Yerköy'ü köyleriyle beraber gezip düğün çalardık. Geçimimizde
verilen bahşişlerden olurdu.

En sonunda Kırşehir'e gelmiş 1980 de mi 1981 de mi rahmete kavuşmuş oldu." şeklinde cevap vermiştir. Neşet Ertaş'a bağlama çalmaya kaç yaşında başladığını sorduğumuzda ise; "Ben dünyaya geldiğimde sazı göbeğime koymuşlar'' şeklinde cevap vermiştir. Bağlama öğrenmesinde babasının çok etkisi ve emeği olduğunu söyleyen sanatçı, Bayram Aracı, A. Gazi Ayhan, Refik Başaran gibi bağlama ustalarını da çok beğenerek dinlediğini ifade etmektedir. Sanatçı; bir bağlamada hangi özellikleri arıyorsunuz? şeklindeki sorumuza ;
"Oyma saz ve çok perdeli olsun." diye cevap vermiştir.

Bağlamalarını da oyma tekne yapan ustalara yaptırmayı tercih eden sanatçı, bağlamalarına da 7 tel takıp, kendi sesine göre akort yaptığını söylemektedir.

Sanatçının bağlamasından duyduğumuz bazı sesleri, başka bağlamaları dinlediğimizde duyamamaktayız. Sanatçı bunun nedenini bağlamasındaki perde ayarlarını kendisinin yapmasından dolayı meydana gelen bir farklılık olduğu ifade etmektedir.

Sanatçı bestelerini, sôz ve müziği aynı anda düşünerek yaptığını, şimdiye kadar kaç bestesi ve kaseti olduğunu hatırlayamadığını ve kendi eserlerini en iyi icra eden sanatçıların da Gülşen Kutlu, Nezahat Bayram, Neriman Altındağ Tüfekçi olduğunu söylemektedir.

Neşet Ertaş'a bir çok eserlerinde adını kullandığı ve ona türküler yaktığı Leyla'nın kim olduğunu sorduğumuzda; 
"Eski eşim ve çocuklarımın anası Leyla Ertaş'tır. Ama ayrıldıktan sonra türkülerimde Leyla ismini artık kullanmıyorum."diye cevap verdi. Neşet Ertaş, kendisine ait türkülerin son kıtalarında "GARİP'' mahlasını kullanmaktadır. Kendisi bunun nedenini şöyle açıklamaktadır.
"Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçektende biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum. Sanatçı BOZLAK'ın tanımını da Feryattır, Ağıttır." olarak yapmıştır.

Neşet Ertaş'a ilk plağını yapmasında maddi ve manevi yardımı olanları sorduğumuzda;

"Kadri Şençalar'dır. Kendisi benimle çok yakından ilgilendi, bana plak okuttu. Beyoğlu saza götürerek bana proğram aldı ve onun sayesinde sahne hayatım başladı." diye cevap verdi. Sanatçı şimdiye kadar sazı ile hiç bir sanatçıya eşlik etmediğini, sadece tek olarak çalıp söylemeyi tercih ettiği söyledi.

Neşet Ertaş önceki bestelerinin çoğunda sevgiliye duyulan aşk ve özlem konularını işlemişti. Son kasetlerindeki (Nerde ne arıyorsun, Yolcu, Şirin Kırşehir, Benim Yurdum) bestelerinde ise insanlara belli mesajlar veriyor. Allah aşkı, insan hakkı ve sevgisi, ana ve babaya duyulan özlem, ilim ve cehalet, memleket hasreti, ölüm gibi. Sanatçı bunun nedenini şöyle açıklıyor:

"Aşık Veysel in de dediği gibi benim sadık yarim gara topraktır. Gözün en görülen, e!inen tutulan, yediğimiz içtiğimiz, canımız topraktır. Bu toprağın en güzeli insandır, insanların en güzeli de anamız ve yarimizdir.
İnsanı seven insan; Hakkı sever, bizde o Hakkın aşığıyız. Şüphesiz ki ölmez, yitmez, yemez, içmez, solmaz bir tek Allah' tır. Allah hepimizi eşit yaratmış. Haksızlık, cana gıyma, düşük görme olmasın. Allah'tan geldik Allah'a gideceğiz. Cehalete hatırlatabildimse mutluyum."
Türkiye'de konserler vermeniz için teklifler yapılıyordur. Bu teklifleri nasıl karşılıyorsunuz? sorumuza sanatçı şöyle cevap verdi:
"Kabul etmiyorum. Çünkü; kırk yıl o garip vatandaşlarımın ekmeğini yedim. Tekrar konser verip onların cebindeki ekmek paralarını alamam. Ama onlara televizyondan bedava konser veririm."

Sanatçı tüm ailesinin Almanya'da olduğunu, çocuklarının üniversitede okuduğunu ve kendisinin de müzisyen olarak çalışmaya devam ettiğini, dolayısı ile Türkiye' ye kesin dönüş yapmayı, şimdilik düşünmediğini ifade etmektedir.

Neşet Ertaş Türkiye'de halk müziğinin şu andaki yeri hakkında şöyle düşünüyor:
"Halk müziği ölümsüzdür. Yeter ki yürekten okuyan, yürekten çalan olsun. Şu anda çalan olsun okuyan olsun verimlilik göremiyorum."
Halk müziğine büyük emeği geçmiş bir sanatçı olarak TRT ve Kültür 
Bakanlığı'nın size gösterdiği ilgiden memnun musunuz? diye sorduğumuzda:
"Hayır memnun değilim. Muzaffer Sarı Sözen 14 yaşımda iken beni mektupla çağırır, misafir olarak çaldırır, okuturdu. Daha sonra imtihanla mahalli sanatçı olarak radyoya girdim. 23 sene her ay 2 proğram yapardım. Halk müziği yöneticilerinden çok bencil insanlar vardı. Beni çıkardılar, istediğim gibi çaldırıp söyletmediler. Bende terk ettim." diye cevap verdi.

Neşet Ertaş'a, şimdiye kadar sizin ve babanızın hakkında herhangi bir
araştırma yapıldı mı? diye sorduğumuzda;
"Benim hakkımda, yani bana sorulmadı. Ama babamın hakkında kendisinden soranlar olmuştur." diye cevap verdi.
Orta Anadolu türkülerini ve bozlaklarını en iyi yorumlayan mahalli sanatçılardan biri olan Neşet Ertaş'ın eserlerinin ve müzik çalışmalarının bilinmesinin gerekliliği ile birlikte sanat hayatının ve kendisinin yaptığı müzik hakkında düşünce ve yorumlarının da bilinmesi gerekmektedir.

Neşet Ertaş gibi bir çok mahalli sanatçı hakkında bu tür çalışmalar yapılmadığı için eserleri ve yaşantısı hakkında yazılı bilgiler bulmakta güçlük çekilmektedir. Dileğimiz bu tür çalışma ve yazıların artmasıdır.

Öğr. Gör. Hakan TATYÜZ
 Gaziantep Üniversitesi T.M.D. Konservatuarı Öğretim Görevlisi
Not: Bu çalışma 06.04.1996 tarihinde yapılmıştır ve Milli Folklor Dergisinin 31-32. sayısında 1996 yılında yayınlanmıştır.


KAYNAKLAR
1. Neşet Ertaş'a gönderilen, soru kağıdı gönderme yöntemi ile elde edilen bilgiler. 
2. KAYMAK, Mansur - THM ve Oyunları (Cilt :1 Yıl:1 Sayı:1 1982) 
3. EKİCİ, Savaş - Ramazan Güngör ve üç telli kopuzu. (Kültür Bak. HAGEM yayınları. 188 ANKARA 1993) 
4. Halk Ozanlarının Sesi ( Yıl:1 Sayı:1 Aralık 1992 Kültür Bak. HAGEM yayınları.)

Neşet Ertaş'ın Resimleri ve müzikleri için TIKLA

Neşet Ertaş'ın (Garip) Eserlerinden bazıları:

 

Neşet Ertaş (Garip)


Ankara’da Yedik Taze Meyvayı
Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı
Keskin’den De Sildirmeyin Künyeyi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın


Neredesin Sen
 

 Şu Garip Halimden Bilen İşveli Nazlı,
 Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
 

 Tatlı Dillim Güler Yüzlüm Ve Ceylan Gözlüm,
 Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
 
 Sinemde Gizli Yaramı Kimse Bilmiyor,
 Hiç Bir Tabib Su Yarama Merhem Olmuyor.
 
 Boynu Bükük Bir Garibim Yüzüm Gülmüyor,
 Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
 
 
 
 Gönül Dağı Yağmur Yağmur
 
 Gönül Dağı Yağmur Yağmur Boran Olunca
 Akar Can Özümden Sel Gizli Gizli
 Bir Tenhada Can Cananı Bulunca
 Sinemi Yaralar Yar Oy Yar Oy Dil Gizli Gizli
 
 Dost Elinden Gel Olmazsa Varılmaz
 Rızasız Bahçanın Gülü Derilmez
 Kalpten Kalbe Bir Yol Vardır Görülmez
 Gönülden Gönüle Yar Oy Yar Oy Yol Gizli Gizli
 
 Seher Vakti Garip Bülbül Öterken
 Kirpiklerin Oku Yar Yar Cana Batarken
 Cümle Alem Uykusunda Yatarken
 Kimseler Duymadan Yar Oy Yar Oy Gel Gizli Gizli
 
 
 
 Hata Benim 
 

 Bilemedim Kıymatını Kadrini
 Hata Benim Günah Benim Suç Benim
 Eliminen İçtim Derdin Zehrini
 Hata Benim Günah Benim Suç Benim
 
 Bir günden Bir Güne Sormadım Seni
 Körümüş Gözlerim Görmedim Seni
 Boşa Mecnun Eylemişim Ben Beni
 Hata Benim Günah Benim Suç Benim
 
 Bilirim Suçluyum Gendi Özümde
 Gel Desem Gelirdin Benim İzimden
 Her Ne Çekti İsen Benim Yüzümden
 Hata Benim Günah Benim Suç Benim
 
 Sana Karşı Benim Bir Sözüm Yoktur
 Haklısın Sevdiğim Kararın Haktır
 Garibim Derdimin Dermanı Yoktur
 Hata Benim Günah Benim Suç Benim
 
 
 
 Evvelim Sensin 
 
 Cahildim Dünyanın Rengine Kandım
 Hayale Aldandım Boşuna Yandım
 Seni İlelebet Benimsin Sandım
 
 Ölürüm Sevdiğim Zehirim Sensin
 Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
 
 Sözüm Yok Şu Benden Kırıldığına
 İdip Başka Dala Sarıldığıma
 Gönülüm İnanmıyor Ayrıldığına
 
 Gözyaşım Sen Oldun Kahirim Sensin
 Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
 
 Garibim Can Yıkıp Gönül Kırmadım
 Senden Ayrı Ben Bir Mekan Kurmadım
 Daha Bir Gönüle İkrar Vermedim
 
 Batınım Sen Oldun Zahirim Sensin
 Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin

Derleyen: TRT Müz. Dair. Bşk.


Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

>
ŞİRİN KIRŞEHİR

Neşet Ertaş (Garip)


Zülüf dökülmüş Yüze
 

 Zülüf dökülmüş yüze aman,
 Kaşlar yakışmış göze aman aman.
 Usandım bu canımdan aman aman,
 Dert ile geze geze.
 
 Bu ellerde gez gayrı aman,
 Kâtip ol da yaz gayrı aman aman.
 Bir kazma al bir kürek aman aman,
 Mezarımı kaz gayrı.
 
 Gün doğdu aştı böyle aman,
 Gönüldür coştu böyle aman aman.
 Sen orada ben burda aman aman,
 Ömrümüz geçti böyle.
 
 
 
 Kendim Ettim Kendim Buldum
 
 Karadır Şu Bahtım Kara
 Sözüm Kar Etmiyor Yare
 Yüreğimi Yaktı Nara (Eyvah Ey...) 
 
 Kendim Ettim Kendim Buldum
 Gül Gibi Sararıp Soldum
 
 Bilmez Yar Gönülden Bilmez
 Akar Göz Yaşlarım Dinmez
 Bir Kere Yüzüm Gülmez (Eyvah Ey...) 
 
 Kendim Ettim Kendim Buldum
 Gül Gibi Sararıp Soldum
 
 Söylerim Sözüm Almıyo
 O Yar Yüzüme Gülmüyo
 Garip Gönlümü Bilmiyo (Eyvah Ey...) 
 
 Kendim Ettim Kendim Buldum 
 Gül Gibi Sararıp Soldum
 
 
 
 Tatlı Dile Güler Yüze
 

 Tatlı Dile Güler Yüze
 Doyulur Mu Doyulur Mu 
 Aşkınan Bakışan Göze 
 Doyulur Mu Doyulur Mu 
 
   Doyulur Mu Doyulur Mu 
   Canana Kıyılır Mı 
   Cananına Kıyanlar 
   Hakkın Kulu Sayılır Mı 
 
 Zülüflerin Dökse Yüze 
 Yar Badeyi Sunsa Bize 
 Lebleri Meyime Meze 
 Doyulur Mu Doyulur Mu 
 
 Hem Bahara Hemi Yaza 
 Yarın Ettikleri Naza 
 Yar Aşkına Çalan Saza 
 Doyulur Mu Doyulur Mu 
 
 Garibim Geldik Gitmeye 
 Muhabbetimiz Bitmeye 
 Yar İle Sohbet Etmeye 
 Doyulur Mu Doyulur Mu 
 
.


Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

>
ŞİRİN KIRŞEHİR

Neşet Ertaş'a Garip Garip

Dilinden dökülür bozlaklar mayalar

Nice yaslar döktü seni dinleyen aşıklar analar

Gördük ki senin hep bizden fazla derdin var

Pas tutmasın telin çal garip garip


Ömrün geldi geçti gülemedin dünyada

Anladimki bu ask uğruna sende yandın leylada

Mevla'm kavuşturur belki sizi öbür dünyada

Görürsen leylayi cennette sev garip garip

 

Nice görgüler gördün nice çileler çektin

Feleğin zehrini hep bağrına ektin

Muhannet için sende gurbetin yolunu duttun

Su yaban ellerde gez garip garip


Saziyin tiniydi bizi efkara salan

Nice aşıklar dinledikte görmedik sen gibi çalan

Garibin dostu bir kuru sazı olan

Anladimki bu alemde sen garip garip

 

Niceleri arkandan hep kuyunu kazdı

İsleri rast gitmedi ama hepside yolundan azdı

Gönlü yün aradığı bir doğru sözdü

Geçti cahil ömründe görmedin vah garip garip

Gözünde tüter hep vatanin yurdun

Kırşehir e dönmek için nice hayaller kurdun

Gidemedin cünki çok muhannet gördün

Düzeni böyle kurmuşlar hal garip garip

 

Dilerim ak çıkartsın yüzünü oğlun ile kızın

Sızlatmasınlar yüreğini kalmasın arkada gözün

Göçersin sende dünyadan bir baharın güzün

Girersen kara toprağa yat garip garip


Helal olsun sana gözümden akan bu yas

Iyiki sebeb olmuş dogmana baban muharrem Ertaş

Dilerim hep çal sazını nice gönüllere ulaş

Mest eyle hepsinde gir garip garip

 

Aşık Şerafettin erdi senin sırrına

Ölümlü dünyadayız çıkmak belki yarına

Duyarsa çok sevinecek bir kuru selamına

Esirgeme su asığa sal garip garip

OZAN SERAFETTIN HANSU

ALMANYA    04-08-2004

Bu şiir´i 27.11.2004 Tarihinde bana  mail ile gönderen Kardeşim Ozan Şerafettin Hansu ya Teşekkür ederim. istegi Üzere eklemiştir

Neşet Ertaş için yazılan şiir.

25 Eylül 2012

Bozkırın Tezenesi Ünlü halk ozanımız 74 yaşındaki Neşet Ertaş İzmir'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti., Türkiye ağladı

Kırşehir'de Toprağa Verildi

Ah yalan dünyada, yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada... Bu unutulmaz sözlerin sahibi, Türk Halk müzigi bestecisi, söz yazarı, yorumcu, ünlü halk ozanımiz Neşet Ertaş, dün sabah 74 yaşında hayata veda etti. 15 gündür kanser tedavisi gören Ertaş, Kırşehir'deki Bağbaşı Mezarlığı’nda babası Muharrem Ertaş'ın mezarının yanına defnedildi.

Şemsi Yastıman

Şemsi Yastıman

 

Şemsi Yastıman Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah
Sılayı bir daha görmek istiyom
Çugun'a varınca ya ağşam, zabah
Topraklara yüzüm sürmek istiyom


                            
Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun
                             Kısmet ise gayen yerini bulsun
                             Hemşeriler buna vasıta olsun
                              Kırşehir'e selam vermek isti yom.

 Yakın bir süre önce yitirdiğimiz Şemsi Yastıman, Türk Halk Müziği'ne ''kaynak kişi'', ''derleyici'' ve ''aşık'' kimliği ile emeği geçmiş bir usta halk sanatkarıdır. Asıl adı ''Mehmet Galip Şemsettin'' olan Şemsi Yastıman, Şekerci Ahmed Ağa ve İlham iye Hatun'un oğlu olarak 10 Temmuz 1923'de Kırşehir'de doğdu. Saza ve söze ilgisi Ortaokul yıllarında başladı. Önce Kırşehir ve çevresinde ki ustalardan etkilendi. Ankara'da bulunduğu yıllarda Yağcı oğlu Fehmi Efe ve Genç Osman'ın müzik meclislerine girerek kendini ve sazını geliştirdi. Bu yıllarda sahneye çıkmaya haşladı. Bir süre İzmir'de bulunan ve burada evlenen Şemsi Yastıman, daha sonra İstanbul'a yerleşti ve sanat hayatını burada sürdürmeye başladı. Kısa sürede şöhreti arttı, gazinolarda çalışmaya başladı. Dönemi içinde basın-yayın organlarının en çok bahsettiği sanatçılardan biri oldu. Onlarca plak doldurdu ve pek çok kez Türkiye Radyoları'nın emisyonlarına davet edildi. 

 Şemsi Yastıman, özellikle halk müziği geleneğinin çalıp-söyleme tarzını benimsemiş bir halk sanatkarı olarak adından söz ettirdi. Aşıklık geleneğinin çeşitli türlerinde seslendirdiği eserlerle ve bilhassa dönemi içinde unutulmaya yüz tutmuş olan ''destan'' ve ''taşlamaları'' ile sevildi.
       Ayrıca, memleketimiz Kırşehir'in müzik potansiyelinin geniş kitlelere tanıtılmasına, ''mahalli sanatçı'' kimliği ile ön-ayak oldu. Sanatçı kişiliği yanında, kendi adını taşıyan dükkanında saz dersleri vererek pek çok sanatçı yetiştirdi. Türk Halk Müziği konusunda çeşitli kitaplar ve notalar yayınlayarak kültür-sanat hayatına hizmetlerde bulundu. Şemsi Yastıman, doğduğu gün ve ay'a tesadüf eden 10 Temmuz 1994 tarihinde Lapseki'de vefat etti.

Şemsi Yastıman'ın  Eserlerinden bazıları:

Şemsi Yastıman


Ankara’da Yedik Taze Meyvayı
Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı
Keskin’den De Sildirmeyin Künyeyi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın


Ankara’yla Şu Keskin’in Arası
Arasına Kara Duma Durası
Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Babamın Oğlu Var Beni Neylesin


Trene Bindim De Tren Salladı
Zalim Doktor Ciğerimi Elledi
İyi-olursun Dedi Geri Yolladı
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Anamdan Başkası Yalan Ağlasın


Mezarım Başında Kuşlar Ötüşür
Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur
Ağlama Hatice, Sefer Yetişir
Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi
Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini


Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor
Annesinin Ciğerini Deliyor
Gelin Hatice’yi Eller Alıyor
Söyleyin Anama Anam Ağlasın
Gelin Hatice’yi Kimler Eylesin


Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun
Edirafıda Lale Sümbül Bağ Olsun
Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağolsun
Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı
Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı

Kaynak: Şemsi Yastıman
Derleyen: TRT Müz. Dair. Bşk.


Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

>
ŞİRİN KIRŞEHİR

MEMLEKET HASRETİ


Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah
Sılayı bir daha görmek istiyom
Çugun'a varınca ya ağşam,Zabah
Topraklara. yüzüm sürmek istiyom

Kaman'ı, Mucur'u, Çiçekdağı'nı
Kındam, Dinekbağı, hem Özbağ'ını
Köylü, kentli, hastasını, sağını
Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.

Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı
Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı
İmarette neslim Şeyh Süleyman'ı
Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.

Ahievran, çarşı içi, hökümet
Kümbetaltı, Kayabaşı, İmaret.
Akrabayı, eşi dostu ziyaret
Uğrayıp, hal-hatır sormak istiyom.

Ne büyüktür zevki yurdu görmenin
Kaç senenin hasretine ermenin
Dört bir yanda methedilen termenin
Şifalı suyuna girmek istiyom.

Halam sağ olsa da, sesim duysaydı
Cebime devramel, iğde koysaydı
(Şunda yi) diyerek alma soysaydı
Cevizi de dişle kırmak istiyom.

Bir de gitsem tezem beni görseydi
İçi çokelikli dürüm dürseydi
Hele azıcık da sızgıt verseydi
O an pirzolayı yermek istiyom.

Dayım gilden acık köğtür aldırsam
Emmim gilden armıt kak'ı buldursam
Ceblerime şak leblebi doldursam
Töhmeleyip, uşgur kırmak istiyom.

Sögürmelik bir et çıksa satırdan
Höşmerim, çullama gitmez hatırdan
Kuşlukleyin hedik gelse tandırdan
Çölmeğin içine girmek istiyom.

Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta
Çıksam bir alamaç yapacak sırta
Beş gö suvan, üç kaynamış yımırta
Bazlama içine sarmak istiyom.

Bunları her daim arzular özüm
Memleket mahsülü vücuda lüzum
Tokaloğlu kaysı, dıranı üzüm
Tek, yimeyim, şöyle dermek istiyom.

Bir dügün olsa da bir kayın gitsek
Dokuz butlu tavuk lafını etsek
Dam pilavu, gelse yisek tüketsek
Davullu zurnalı dernek istiyom.

Harmana denk gelse, düvene binsem
Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem
Acık bağ bellesem, acık dinlensem
Çayıra bir pala sermek istiyom.

Bağ bozumu üzüm haftına batsak
Bekmez kazanına hayvalar atsak
Boranıynan damla şiresi datsak
Arı soksa, çamır sürmek istiyom.

Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak
Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak
Sağbısı dutsa da, bir rezil olsak
O tatlı günlere ermek istiyom.

Seğirdip, dolaşsak hep tarla dapan
Keklik dutmak için kursaydık kapan
Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan
Kafamı, gözümü yarmak istiyom.

Bilmem ki olur mu gine becerim ?
Çayırda oynasak zıkka, acerim
Terleyıp, karakıp, bir su içerim
Dalağım kabarıp, böğrmek istiyom.

Enteremi giysem, sümüğüm aksa
Koluma silerim, yağlığım yoksa
(Başangı) dır diye mahalle bıksa
Kesekle camları kırmak istiyom.

Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam
Yaylıların arkasına asılsam
Kımçıyı yiyince yere yassılsam
Yollarda ağlayıp durmak istiyom.

Ceviz kaval etsem, sakam da toksa
Çızgılı oynarım, eneğim çoksa
Koluma söylerken bir döğüş çıksa
Sumsuk yimek, hem de cırnak istiyom

Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam
Sakanın dımığna kurşun akıtsam
Üç yüz enek ütüp, cebe bakıtsam
(Ne şişiyon la) dedirmek istiyom.

Görür m-ola bu fakirin gözleri ?
Delice Çay'ını, berrak özleri
Kıssıkkaya serinledir bizleri..
Neyleyım denizi, ırmak istiyom.

Kim sorarsa yazdın bunları niye
Gelecek nesile kalsın hediye
Kırşehir'de doğdum, Türkmen'im dıye
Her yerde göğsümü germek istiyom.

Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun
Kısmet ise gayen yerini bulsun
Hemşeriler buna vasıta olsun
Kırşehir'e selam vermek istiyom.

Şemsi Yastıman

Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

> ŞİRİN KIRŞEHİR

Çekiç Ali (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

Çekiç Ali

Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali... Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan'dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş.

O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydurur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur. Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle...

Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrıntılarında gizli. Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır.

Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır. Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir. Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek.

Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder. Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır.

Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız. Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı. Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil

Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur. Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda.

Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var. Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir. Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz.

Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özelliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz. Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir. Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en rafine şekliyle karşımız çıkar.

Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir. Çekiç Ali'nin sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz. Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim. Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz. Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir.

Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor. Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim.

Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var. Özel bir bankanın düzenlediği 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır. Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını göz ardı etmemek gerek.

Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yeteneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir. Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır. Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin iki özelliği sayılabilir.

Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşanın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar.

Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç İçelliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır. Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup... Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşandan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar. Muharrem Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşanın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir. Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracından hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır. Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırlı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar.

Çekiç Ali'nin repertuarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz. Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı / müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile. Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim. Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır.

Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta. Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret. Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb. bozlaklar bunlardan bazıları.

Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz. Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşçe yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor.
Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda.
Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini alt alta sıralamak bile sayfalar tutabilir. Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir. Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak. 

Kaynaklık ettiği türkülerden bazıları:
Acem Gızı, İrafa Koydum Narı, Topak Daşın Kenarı, Çorabın Enine Bak, Yarin Yaylasına Seyrana Vardım...

Hacı Taşan (Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

Hacı Taşan"Türkü Yozgat'ta doğar, Kırşehir'de oyun havası olur, Keskin'de elenir."

Keskin'deki folklorik oluşum ve Keskin türkülerinin anonimleşme sürecindeki farklı ve ağırlıklı yerini vurgulayan bu söz, bir bakıma birbiriyle komşu bu üç yörenin karakteristik özelliklerine de işaret eder. Gerçekten de merhum Nida Tüfekçi ile en güçlü temsilcisine kavuşan "Sürmeliler" diyarı Yozgat'ın kültürel kaynak zenginliğine, Neşet Ertaş'la en rafine yorumcusuna kavuşan Kırşehir türkülerinin canlı ve dinamik yapısına biraz yakından baktığımızda, Keskin türkülerindeki durulmuş lirizmi hemen fark ederiz. İcra tavır ve üslubu yönünden Yozgat türkülerine, müzikal yapı ve form itibariyle Kırşehir türkülerine yakın duran Keskin havalarının, her iki yöre türkülerinin elekten geçirilerek adeta yeni bir senteze tabi tutulduğu ağırbaşlı, klasik ezgiler olduğunu söylemek mümkün.  İşte Hacı Taşan bu seçkin türküleri, halayları çalıp okuyan bir sanatçı olarak Keskin folklor musikisinde büyük ağırlığa sahip hemen hemen tek sanatçıdır. Tabii Keskin havaları üzerine yapılacak tüm estetik ve yapısal açıklamalar, bir anlamda Hacı Taşanın sanatını tahlil anlamına da gelecektir. Çünkü Keskin türküleri onunla gelmiş geçmiş en usta yorumcusuna kavuştuğu gibi, Hacı Taşanın ismi, sanatçı yeteneklerini sonunda kadar kullandığı o güzelim Keskin türküleriyle adeta özdeşleşmiştir.

Evet "Keskinli mahalli sanatçı Hacı Taşanı ülke genelinde tanınan bir sanatçı yapan kültürel ve müzikal ortama şimdi biraz yakından bakalım.

1930'da doğan Taşan, aslen Kırtıllar köyünden. Kırtıllar o yıllarda "abdal" aşiretinin en yoğun olarak yaşadığı köylerden biri. Büyük bozlak ustası Muharrem Ertaş da buralı ve Neşet Ertaş'ın da doğum yeri Kırtıllar. Bu yoksul köyün toprakları hiçbir zaman insanlarını varlıklı kılmaz, fakat dünyanın en zengin nağmelerini içeren, en içli, en yanık türkülere can verir. Bozkırın ortasındaki bu fukara köy, Anadolu halk müzikleri içerisinde en orijinal renk ve anlatıma sahip bir tür "Anadolu blues"u olarak nitelendirilebilecek bir müziğe, abdal/aşiret müziğine kaynaklık eder.

Bugün artık terkedilmiş metruk bir köy görünümündeki Kırtıllar'ı, başta ekmek parası derdi olmak üzere, çeşitli sebeplerle zaman içinde herkes terk eder. Hacı Tavşan'ın babası Abdullah Çavuş'la o yıllarda Hac el obası'ndan evlendiği için oraya göçer. Bağlamayı çok seven bir ana ile, yörenin ünlü davulcularından olan Abdullah Çavuş'un dört çocuğundan biri olan Hacı Taşan, oniki yaşlarında başlar saz çalmaya. Babası, o zamanlar yörenin en namlı ustalarından olan Yusuf Usta'ya iyi bir saz yaptırır ve tutar elinden küçük Hacı'nın, o günlerde Seyfeli(daha sonra Barak) köyünde oturan üstad Muharrem Ertaş'a çırak verir. Ve böylece Hacı Taşan, bu müziğin tek ve en etkili eğitim/öğretim şekli olan bir ustanın yanında çıraklığa başlar.


Muharrem Ertaş'ın çırağı

Muharrem Ertaş, Hacı Taşanı yanına alarak bugün hala bu müziğin hem öğrenildiği hem de en çok icra edildiği mekanlar olan düğünlere götürür. "Düğün çalgıcılığı" onlar için çoğu zaman tek ve en önemli meslektir. Yeri gelmişken önemli bir konuyu bir cümleye vurgulamakta yarar var: Çoğu zaman bu düğünlerdeki aşırı içki ve sefahat ortamı bu insanların ruhen ve bedenen hızla yıpranmalarına ve dolayısıyla genç yaşlarda ölüme sebep olmakta. Merhum Hacı Taşan 1983'te vefat ettiğinde 53 yaşında idi. Bu geleneğin bir başka usta sanatçısı merhum Çekiç Ali 39 yaşında vefat etti. Bunun özellikle "ustalar" arasında adeta bir kader gibi benimsendiğini tespit ettiğimizi belirtelim. (Abdal aşireti ve bozlaklar konusunda daha geniş için Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nde yayınlanan "Kalktı göç eyledi"adlı Muharrem Ertaş albümünün kitapçığına bakılabilir.)

1970 'lerden sonra önce radyo ve plak, daha sonra da televizyon ve kaset gibi kitle iletişim araçlarını kullanarak daha geniş bir pazara seslenme imkanına kavuşan yöre sanatçıları, yine de düğünlerde çalmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu, şüphesiz aynı zamanda arz -talep konusu.

Ve böylece zaman içinde kendiliğinden oluşan o çok büyük mahalli şöhretin dar kalıplarını kırarak geniş kitlelere ulaşan, hatta tüm Türkiye'ye seslenen, o yöreye mensup ilk mahalli sanatçı merhum Hacı Taşan olmuştur. Bunun hikayesini kendisinden dinleyelim: "Askerliğimi 1950'de İstanbul Maçka'da yaptım. Askere gitmeden önce çalıp söylemede bir hayli ustalaşmıştım. O sıralar rahmetli Muzaffer Sarı söz en yurdun her tarafını gezip türkü derliyordu. Bir gün çıkıp Keskin'e geldi. Bizi Halkevi binasında topladı, o günlerde yayınladığı Folklor Saati'nde yer vermek üzere seçme yapacağını söyledi. Keskin'de bir hafta kalarak birçok mahalli sanatçıdan derlemeler yaptı. Daha sonra seslerimizi radyoda yayınladı. Radyo ile ilişkim ilk böyle başladı. Sarı söz en bizi daha sonra zaman zaman Ankara'ya radyoya davet ederek çalıp söyletti. Sarı söz en'den sonra Nida Tüfekçi, Mustafa Gece yatmaz ve Ali Can'larla tanıştım ve radyoda programlar yaptım."

Neşet Ertaş'ın elinde sazı ile "radyoevine çıkmak" için ilk defa Ankara'ya gelişi de bu olaydan sonradır: "Baktım bir gün radyoda Hacı emmim türkü söylüyor. Babam Muharrem ustadan bellediği bir bozlak bu: 'Aman aşağıdan Yusuf Paşam gelirken gelirken / Düşmanına karşı koyan mert olur...' öyle bir heyecanlandım ki, yerimde duramadım. 'Ben de gidip radyoya çıkacağım' dedim. 'Madem Hacı emmimin söyledikleri radyoda çalınacak kadar kıymetli, o zaman benim okuyacaklarımı da yayınlarlar' diyerek elimde saz, Ankara'ya, Sarı söz en'in yanına geldim..."tabii Neşet Ertaş daha sonra, Hacı Taşanla birlikte, radyoda en sık program yapan mahalli sanatçılardan biridir artık.

Eserleri :

Hacı Taşan'ın repertuar itibarıyla yöresinin dışına pek çıkmadığını görüyoruz. Başta Keskin olmak üzere, Yozgat, Kırıkkale, Kırşehir, Kaman ve Şereflikoçhisar gibi yerlerde dolaşmış, buraların bozlak ve halay havalarını, türkülerini kendine has bir üslupla çalıp söylemiştir.

Son yıllarında, Pir Sultan Abdal, Deli Boran, Seyit Süleyman, Derviş Ali ve Dertli gibi halk şairlerinin şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiğini görüyoruz. Gerek sözleri bu ünlü halk şairlerinin şiirlerine ait eserler, gerekse anonim karakterdeki diğer eserlerine baktığımız zaman Hacı Taşanın repertuarını form ve içerik yönünden üç ana grupta toplamak mümkün:

1.Türküler/Semahlar

2.Halaylar/Oyun havaları

3.Bozlaklar/Ağıtlar

Birinci kategoriye giren pek çok türkünün yanında, Keskin Semahı olarak da anılan "Döndün mü benden yüzü dönesi" sözleriyle başlayan eser, Hacı Taşanın repertuarında bir istisna teşkil etmekte. İkinci grupta değerlendirilebilecek eserlerin en bilinenleri şüphesiz "Arzu Kamber halayı" ile "Bugün ayın ışığı" adlı halay türküleridir. Başta hocası Muharrem Ertaş'tan öğrendikleri olmak üzere, Hacı Taşanın repertuarının bozlak yönünden hayli zengin olduğu söylenebilir. "Ankara'da yedim taze meyveyi" sözleriyle başlayan Keskin'li Sefer'in ağıtı başta olmak üzere "Akşamdan mı geçtin", "Erciyes'ten duman kalktı" ve "Giyindim kuşandım gittim düğüne" benzeri ağıt türünde de hayli eser olduğu söylenebilir. Bunlardan sözleri kendisine ait olan var mıdır, tam olarak bilemiyoruz ancak ünlü "Açtım perdeyi de turnamı gördüm" bozlağı için kendisi şöyle bir hatırasını naklediyor:

"Necati adında çok sevdiğim bir dostum vardı. Kırıkkale'de hapse düştü. Ziyaretine gider gelirdim. Bir gidişimde 'Hacı, içerde dolaşırken pencereden baktım ki bir turna kafilesi gidiyor, duygulandım, bir dörtlük yazdım. Şunun sonunu da sen getir' dedi. Bunun üzerine oturup şiiri tamamladım ve sazımla da çalıp okumaya başladım".

Tavır ve üslubu

Merhum Hacı Taşanın, bir Muharrem Ertaş gibi tiz perdelerde de aynı gücü ve parlaklığı koruyan tiz bir sesi olmamasına rağmen, kendi rengi ve sınırları içinde güçlü bir sese sahip olduğunu söylemek gerekir. Önemli olan daha ziyade bu sesi kullanma tavır ve şeklinden doğan üsluptur ki, bu konuda ismi, "üslup sahibi mahalli sanatçılar" ın başında anılsa yeridir. Gür ve dolu bir ses, sesi bazen öne, bazen geriye atan bir ağız ve nefes kullanımı, özellikle tizlerde başarıyla uyguladığı kafa sesi, bazen sert, bazen yumuşak trillerden oluşan gırtlak nağmeleri ve doğal vibrasyonlarla zenginleşen renkli bir okuyuş tarzı... Ve hemen hemen bütün bu tekniklerin ya da benzerlerinin bağlamaya adaptasyonu ile ortaya çıkan lirik ve canlı bir bağlama çalma üslubu...

Orta Anadolu müzik geleneğinde kendine has bir çizginin temsilcisi olan Hacı Taşanın sanatı ile ilgili elbette çok şey söylenebilir. Kendisiyle beraber Çekiç Ali ve Neşet Ertaş gibi sanatçıların da ustası olan Muharrem Ertaş'ın Hacı Taşan üzerindeki bariz etkisini belirtmek gerekir. Fakat Hacı Taşanın hiç bir zaman taklide düşmediğini, kendi tavır ve üslubunu kısa zamanda bulduğunu ve kendi ustalığını konuşturduğunu biliyoruz. Hacı Taşanın bu "nevi şahsına münhasır" sanatçı kişiliği üzerinde Keskinli olmasının ağırlıklı yönünü vurgulamak gerekir. Çünkü Keskin Orta Anadolu'nunen zengin halay bölgelerinden biri olduğu kadar, bu halayların eşlik sazı olan davul zurnanın da en iyi icra edildiği yörelerden biridir. Hacı Taşanın saz çalma ve türkü söyleme üslubunda bariz bir davul zurna tesiri vardır. Öte yandan Keskin, yazının başında vurguladığımız coğrafi konumu bu konumdan kaynaklanan kültürel zenginliğini müzikal zenginliğe dönüştürebilecek bir sanat potansiyeline her zaman sahip olmuştur. Yöredeki Alevi-Bektaşi kültür birikimini de kendi kültürel potasında eriterek başarılı sentezlerin ortaya konulduğu Keskin musiki folkloru, Hacı Taşanla en güçlü yorumcularından birine kavuşmuştur.


Ailesi

Aslen Yozgat/ Yerköy'ün "teflek" abdallarından olan karısı Naile Taşan, en küçük oğlu Sondur Taşanla birlikte, Akdere'de, metruk bir gecekonduda kendi tabiri ile "çile doldurmaya devam ediyor". Fethi, Seyfettin, ve Sondur adında üç erkek, Bahalı, Nazlı, Güler, Sevda ve Sev dur adlı beş kızı olan Taşan ailesinin erkek evlatları, atalarından, dedelerinden görüp öğrendikleri şekilde düğünlerde çalarak ekmek paralarını kazanmaya çalışıyorlar. Taşan soyadı ile bugün Keskin'de aktif sanat hayatını sürdürenlerden Kudret Taşan ve kardeşleri ise Hacı Taşanın yeğenleri...

Repertuarındaki bozlaklar arasında göçebe Türkmen aşiretlerinden biri olan Cerit aşiretinin göç ve iskan meseleleri ile ilgili bozlaklar da bulunan Taşanın Cerit Türkmenlerinden olma ihtimali hayli kuvvetli. Öte yandan bizzat karısının ifadesine göre, kendisi Ceritlerden olduğunu söylermiş. Cerit aşiretiyle ilgili kaynaklardaki mevcut bilgi de Taşan'ın Cerit olma ihtimalini güçlendiriyor:

"Bozulus'un Orta Anadolu'ya gelmesinden sonra ikiye ayrılarak bir kısmının Yeni İl Türkmenlerinin içine karıştığı tespit olunan Ceritlerin diğer bir bölümü ise Keskin havalisindeki Bozulus içinde yer almakta idi.(...) Hükümetin Keskin havalisindeki Bozulus Türkmenlerini Rakka bölgesine yapılan iskana tabi tutmasının yanında, Beliç nehri boylarına yerleştirilen Cerit aşireti bir müddet sonra yavaş yavaş iskan mahallini terk ederek Çiçekdağı, Kırşehir ve Bozok(Yozgat)tarafına dağıldılar. Geride kalanlar ise 'giden evlerimiz gelmedi' diyerek üçer beşer kaçıp onlara katıldı. "Sözlerinin Dadaloğlu'na ait olduğu sanılan Hacı Taşan'ın söylediği pek çok bozlaktan biri olan şu bozlak özellikle bunu anlatır:

Cerit Irakka'dan sökün edince
Açılsın Urum'un yolu Cerid'in
Silsüpür oğlu Fettah beyim ölünce
Kırıldı kanadı kolu Cerid'in


Tanpınar ve "Billur Piyale"

Hacı Taşan'ın çalıp okuduğu türküler arasında, farklı kaynaklardan geldiği ve bir başka kültürel zenginliğe dayandığı belli olan öyle türküler var ki, bunlardan biri de elinizdeki albümde de yer alan "Billur Piyale" adlı eserdir. Folklor ve türküler üzerine henüz aşılamamış titiz ve dikkatli yorumlar, bakış açıları getiren ünlü kültür ve edebiyat adamı Tanpınar, bu türkünün Erzurum'da karşılaştığı varyantı ile ilgili, "Beş şehir" adlı eserinde ilginç yorumlarda bulunur: "Bin türlü acemiliği, saflığı, içinde bu küçük parça baştan aşağı incelik, zevk, lezzettir. Gerçekten billur bir kadeh...Belki büyük bin geleneğin son tezgahında yapıldığı için küçük bir çatlaklığı, tadını artıran bir donukluğu var... Fakat mesela Behzad'ın elinden çıkmış bir minyatür kopyası gibi bütün bir tarz, bütün bir edadır. Asıl güzel tarafı bu küçük billurdan bütün zevki, hayatı, düşünceyi, zaman telakkisini fışkırtan bestedir. Esnaf sıra gezmelerinde söylendiği tahmin edilen bu türküye Orta Anadolu'da da rastlanıyor.(...) "Billur Piyale" bizi "mahalle klasik" adını verebileceğimiz orta sınıf musikisine götürür.. "Tanpınar'ın işaret ettiği Orta Anadolu varyantının, bizzat Hacı Taşanın çalıp okuduğu eser olma ihtimali oldukça yüksek. Çünkü bu türkünün derlendiği kaynak kişi de Hacı Taşanın kendisidir.

Kalan Müzik'in "Arşiv Serisi"nden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş albümü ve bundan sonra yayınlanması planlanan Çekiç Ali albümü ile, Türk halk müziği coğrafyası içerisinde her yönüyle farklı ve güçlü bir çizgiyi temsil eden Orta Anadolu abdal/aşiret müziğinin en özgün ve rafine örnekleri yayınlanmış oluyor. Müzikoloji tarihi açısından olduğu kadar Anadolu halk müziği tarihi ve genel musiki kültürümüz açısından da büyük önem arz eden bu "üç bozlak ustası" ile ilgili çalışmayı büyük bir zevk ve heyecanla yaptığımı belirtmek istiyorum. Benimle aynı heyecanı paylaşan Kalan Müzik sahibi ve yapımcı sevgili Hasan Saltık'a, müziğimiz ve kültürümüz adına teşekkür borcumuz vardır.

9 Mart 1983 tarihinde, geçirdiği üçüncü kalp krizinde 53 yaşında kaybettiğimiz Hacı Taşanı bir kez daha rahmetle anarken, aynı zamanda karısıyla teyze çocuğu olan üst ad Neşet Ertaş'ın Hacı Taşana söylediği ağıtın içli sözleri ile noktalamak istiyorum:

Hacı Taşan'ın  Eserleri

Hacı Taşan


Bütün ahbaplar ansın adını
Anlayan alırdı onun tadını
Emmisi, dayısı, garip kadını
Döşeyin evleri Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor

Hizmet için nice dağlar aşanı
Keskin'li bilirler Hacı Taşan'ı
Bunca hizmetleri hani, boşa mı
Açılsın meydanlar Taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor

Var mıdır insandan daha üstünü
Bir bilirdi düşmanını dostunu
Diksinler Keskin'e onun büstünü
Açılsın meydanlar Hacı geliyor
Bir garip ölümü acı geliyor

Anam Keskinlidir, babam Kırşehir
Gönülden geldi de eyledim kahır
Saygım var insana evveli ahir
Açılsın meydanlar taşan geliyor
İnsan hizmetine koşan geliyor
.


Hasan Öztürk

www.sirinkirsehir40.com

>
ŞİRİN KIRŞEHİR

HAMİT'Lİ AŞIK DURSUN KAYA (1934 -  .... )

   1934 yılında Kırşehir Kaman ilçesinin Hamit kasabasında doğdu. Küçük yaşında bir ayağı sakat kalan aşık dokuz kardeşinin en küçüğüdür. İlkokulu kasabasında okuyan aşık Dursun Kaya halen Hamit kasabasında çiftçilikle uğraşmaktadır. Dört oğlan üç kız olmak üzere 7 çocuk babasıdır. Güçlü taşlamaları ve güzelleme tarzında da şiirleri ünlüdür. Halen şiir yazmaya devam eden Hamit'li Aşık Dursun Kayan'nın zamanında plaklara okunmuş destan türünde eserleri de vardır.

 

İLİM KIRŞEHİR

Nasıl methedeyim Kırşehir seni
Bürünün yeşile cennet misali
Koca Buzluk sana çevirmiş yönü
Kokar burcu burcu  gülün Kırşehir

Her bir yanın dağlar ile çevrili
Kılı çözü tam bağrında kıvrılı
Naldöken Dağında kuşlar yavrulu
Eser küfül küfül yelin Kırşehir

Bir yanında Mucur, bir yanın Kaman
Çiçekdağı başından hiç gitmez duman
Hacıbektaş'ta ilçen idi bir zaman
Söylese derdini dilin Kırşehir

Anadolu ya bağdaş kurup oturun
Ahi Evran, Aşık paşa; yatırın
Yunusu da öksüz koman getirin
Evliyalar diyarı ilim Kırşehir

Tarihte şanlı idin şanlı ezeli
O mübarek insan; şeyh Edebali
Göster nerde yatar ulu Türkmani
Birde Cacabeyi bilin Kırşehir

Bahar gelir türlü çiçek bezenin
Güz gelince dökülür hep gazelin
Çatıkkaş olur hep senin güzelin
Kokar burcu burcu gülün Kırşehir

Yeter Aşık Dursun; bu kadar yeter
Aşıklar dünyada Matahın satar
Gurbette vatanım burnumda tüter
Bedestendir bana çölün Kırşehir

AŞIK HASAN(NEBİOĞLU)

          Mucur'a Bağlı Geycek Köy'ünde doğdu. Okuması olmayan Aşık Hasan'ın şiirleri ve  söyleyişi ile ün kazanmış. Sevda, Doğa, Yurt ve Tanrı

Aşık Hasan Nebioğlu 1902 Geycek doğumludur. Annesi Meryem Hanım babası ise Yusuf Onbaşıdır. Eşi Zeliha Hanım aynı köyden "Balak" Omar'ın kızıdır. Şairin sekiz kız çocuğu ve üç oğlu olmuştur.Aşık Hasan, aslen Hürzemi'dir. Hürzemiler, HAREZMİ, HARZEMŞAHİ diye de adlandırılan kıpçak (Kuman) ulusuna dahil bir türk topluluğudur. Doğal olarak ta Kırşehir ili ve civarına damgasını vuran "HARZEM GÖNÜL SULTANLARININ" kültürel mirasını temsil eder.Elimizdeki bilgiler sınırlı olmasına rağmen şairin ataları orta Anadolu'da Kurtçu Feyzullah ile başlar, bunu "Kötü" Omar takip eder, "Kötü" Omar'ın ise Mehmet adında iki oğlu olur. Bu iki Mehmet'ten daha sonra "Ölo" Mehmet lakabını alacak şahıs şairin dedesidir. Babası Yusuf onbaşı ise "Ölo" Mehmet'in oğludur.Aşık Hasan Nebioğlu okuma yazma bilmemesine rağmen eserleri günümüze kadar gelebilmiştir. Gençlik ve genellikle de orta yaştayken kendi köyünde ve evinde kalamamıştır. Biz bunu şairin ehli sohbete ve seyahate düşkünlüğüne bağlıyoruz. Maişet tedarikini de buna eklemek gerekir.Şairin çocukluk yılları hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz, gençlik yılları ise güzel olan her şeye meyilli bir ruh haline sahiptir. Zaten bu yaşlarda şiir söylemeye başlamıştır. Şair olmanın yanı sıra manevi duyguları da yaratılışının icabı diğer akranlarından farklıdır ve tasavvufi bir derinlik içermektedir. Konya'dan İstanbul'dan bazı tarikat şeyhleri ve mürşitleri ile irtibat halindedir. Bu suretle daha önceleri güzel kadın üzerine söylediği şiirleri daha sonradan tasavvufi bir mahiyet almıştır. Okuma yazmasının olmaması kendisini yetiştirmesine engel olamamış ve bulunduğu mürşit-mürid-ihvan ortamında kıvamını bulmuştur.Yüce dağları görünce asaleti, heybeti, tek başına yapayalnız kalınca uzleti anlatmıştır. Ağrıyı sızıyı yorulmayı, küskünlüğü, darılmayı, sevmeyi, öpmeyi sarılmayı, hasreti beklemeyi gurbeti... bazen duru bir yüreği, bir çiçeği, bir tas su bir dürüm ekmeği, bazen yalın ayak terli bir gömleği, sabır ve emeği gam çekmeyi anlatmıştır.

sevgisi ile şiirler yazmıştır. 10 çocuk babası olan Acık Hasan şiirlerini "Aşık Hasan'ın Bütün Şiirleri" adlı kitabında toplamıştır.


ÂŞIK HASAN'A SEN NERELİSİN DİYE SORULUNCA

Yüce dağ başında kar olur kışlar
Süzer yavru şahin ötüşür kuşlar
Yağınca yağmur parlar taşlar
Dumalı dağların dalındanım ben

Dağlar yaylasında güzeller yeter
Güzelin kirpiği ok gibi batar
Dağlar koyağında bülbüller öter
Öten bülbüllerin dilindenim ben

Dağlar secde eder hakka bükülür
Lâle sümbül mor menekşe ekilir
Dağların başına bir nur dikilir
Semaya çekilen telindenim ben

Dağlar görünmüyor dumanda pusta
Feragatli gönlüm kalmıştı yasta
Kıble tarafına gitti bir posta
Seçilip içinde kalandanım ben

Kimi gökte gider kimisi yerde
Açıldı Beytullah bir yeşil nurda
Lebbeyk ya Rasulullah çağırdın burda
Direksiz Kürreyli görendenim ben

Söylersin Hasanım dertli kelâmı
Her dem ruhuna verirsin selâmı
Şehri Medine de fahri alemi
Ravzasına yüzler sürendenim ben

Hasanla Hüseyin yanından Ali
Bu aşka düşenler olmaz mı deli
Binmişler atlara aşarlar beli
Arab’ın tam çölün bilendenim ben

İlk şafak sökmeden kalkarsan erde
Silinir gözünden ol siyah perde
Sordular âşık HASAN yurdun nerde
Kırlangıç dağının belindenim ben

 

KAMAN DESTANI - Aşık Hasan Nebioğlu

Sabahleyin kalkmış mendil elinde,
Mor beliği parıldıyor dalında.
Yeni kalmış sandım Seyfe Gölü’nde
Irast geldim bir güzele Kaman’da..

Yeşil ördek gibi kanat kakışı,
Keklik gibi geri dönüp bakışı,
Ceylan gibi gerdanının nakışı,
Irasa geldim bir güzel Kaman’da..

Sabahleyin kalkmış dokunmuş seher,
Martın yedisinde tam evvel bahar,
Dururu selamına Kaman, Kırşehir
Irast eldim bir güzele Kaman’da ..

AŞIK MUSA

            Ünlü halk  ozanının,   Kaman'a   bağlı  Savcılı   Ağzıboz   Köy'ünde   Yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi  bilinmemektedir. 1833 ya da 1943'de öldüğü  sanılmaktadır.  Ayrı bir dille    şiirler   yazmıştır. Saz  çalarak  köy  odalarında  şenliklerde   söylediği  şiirler  şimdi  bile  halkın dilindedir. Toklumenli Aşık Said ile aynı  yıllarda yaşadığı ve  ona  saz  öğretttiği  söylenmektedir.

YAREDEN
Binbir ismin sahibine yalvardım,
Yaradan halimden bilmedi gitti.
Felek vurdu zel beline, bel verdim,
Varıyor dedim olmadı gitti.

Sel değdi yıkıldı gönül köprüsü,
Taş sandım, kerpiç imiş ,
Örtülmüş açılmaz hacet kapısı,
Bir dileğim kabul olmadı gitti.

Mecnun, Leyla için fırkata daldı,
Delinmedi dağlar, Ferhat’a kaldı.
Saydım derdine yanmaz mı Cihan,
Musa bu dünyadan gülmedi gitti.

AŞIK SEYFULLAH

          Aşık Said'in dördüncü oğludur. Toklumen'de doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi.  Doğaya vurgundu. sıla özlemiyle doluydu. Çok yer gezmiş, çalıp söyleyerek, ününü her  yana duyurmuştur. 20 Aralık 1972'de vefat etmiştir.

 

DÜNYANIN - Aşık Seyfullah

Elvmi alemi ettin tahkikat
Kırık temelinde dalı dünyanın
Arama kimsede asla hakikat
Hayıra açılmaz falı dünyanın.

Sakın esrarını söyleme ele
Derdin çoksa deme dertliye bile
Gıybet eder seni düşünür dile
İçi kalleş ile dolu dünyanın

Hocalar fetvayı tersine verir
Hükmü şeriatı aksine yürür
Kurşun yarasına okur, üfürür
Bozulmuş düzeni teli dünyanın,

Der Seyfullah samimi dost arama
Aldanmaki merhem çalar yarama
Bir noksanın görse ister cereme
Bulanık akıyor seli dünyanın

Ekrem Çelebi Biyografisi,Ekrem Çelebi Hayatı,

Ekrem Çelebi Yaşamı,Ekrem Çelebi Kimdir?


1952 yılında mensubu olmaktan onur duydugum Kırşehir’in Çiçekdağı şu andaki Akçakent ilçesine baglı Ömeruşagı köyünde dogdum.

İlkokulu köyümde bitirdim, imkansızlıklar nedeniyle egitimime devam edemedim.

9 yaşında rahmetli babam Ferit Çelebinin askerlik dönüşü getirdigi saz bende müzige ilgi uyandırdı.
Babamında destegiyle saz çalmaya başladım.
Sazı dahada geliştirerek dügünlerde çalmaya başladım. Babam bu yetenegimi görünce daha iyi bir saz alarak benim müzik sevgime güç katmış oldu.

15 yaşında dügün ve eglencelerde aranan biri olmuştum. 16 yaşımda (Nuhun Gemisi) adını verdigim ilk plagımı yaptım.

 

Nuhun Gemisi

 

Nuh'un gemisine bühtan edenler

Yelken açıp yel kadrini ne bilir?

O Süleyman kuş dilini bilirdi,a

Her Süleyman dil kadrini ne bilir?

 

Arap atlarında olur fırkalar,

Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar.

Zibilliğe inip konan kargalar,

Has bahçede gül kadrini ne bilir?

a

Dünya benim diye zenginlik satan,

Helâl ekmeğine haramlar katan,

Sonradan sonraya beğliğe yeten,

Zalim olur, il kadrini ne bilir?

 

Karac'oğlan der ki: Belim büküldü,

Ağzımın içinde dişim döküldü,

Nuh Nebî'nin haddesinden çekildi,

Saz çalmayan tel kadrini ne bilir?


Siz gönül dostlarının, sevdigi bu albümden sonra yeni albümlerle sizlerin huzuruna çıktım.
Plakdan sonra teknoloji ile birlikte kasetler çıkmaya başlamıştım 35 kaset çıkardım.

Artık Türk halk müziginde, sizlerin destegiyle profosyonel olarak yerimi aldım.

Müzik sevgisi kardeşim Fahri Çelebi ve oğlum Coşkun’dada etki yaptı. Onlarda sevginizle müzige devam etmektedir.
Sizin sevginiz ve destegiyle müzige 35 yıldır devam etmekteyim. Hislerinize, sevincinize,kederinize tercüman olmaya çalışıyorum. 17 yaşında evlendim. 4 çocuk babasıyım.

Eserlerim bozulmamak kaydı ile, halk müzigi sanatçıları tarafindan söylenmektedir.

Şimdi yegenim olan Ünal Kaya müzik piyasasında yer alan bir kardeşim,kendisine başarılar dilerim.

Sözlerime son verirken, tüm dostlarımıza ve sevenlere saygı ve sevgilerimi sunarım.

Ekrem Çelebi

Sevğili Hemşerilerim Sizlere ozanlarımızı tanıtıyoruz.

Eger sizlerde Baska Ozanlarımız ,

Ozanlarımızın özgeçmişi ve ozanlarımıza ait resim ve siirler varsa

ŞİRİN KIRŞEHİR İNFO 

Mail ile bildirin yayılıyalım

Webmaster.

Kaynak: Türkü Sitesi

Yardımlarından dolayı Ali Onur

Kardeşimize Teşekkürler

Kendisinden  izin alımıştır.

 03-10-2003

This image has an empty alt attribute; its file name is kirsehir03.gifThis image has an empty alt attribute; its file name is Bayrak03.gif

e-posta: ŞİRİN KIRŞEHİR İNFO

Bu site Hasan Öztürk tarafından hazırlanmaktadır..

Ozanlarımız